Bir Kadın, Bir Ev, Bir Roman
Wilhelm Genazino
Wilhelm Genazino Bir Kadın, Bir Ev, Bir Roman’da bu sefer alışılmışın aksine çok genç bir anlatıcının izlenimlerine davet ediyor okurlarını. Weigand liseden atılmış, ailesini hayal kırıklığına uğratmış, yazar olma hayalleri kuran on sekiz yaşında bir gençtir. Gündüzleri bir toptan fidancılık şirketinde çırak, akşamları da yerel bir gazetede muhabir olarak çalışmaya başlar. Bu ikili yaşamın koşturmacası içinde oradan oraya savrulan Weigand, bira köpüğü kıvamında bir gençliğin ilk adımlarını, yaşından beklenmeyecek bir melankoli ve ironi duygusu eşliğinde atar.
2018’de yitirdiğimiz kült yazar Genazino’nun 2003’te yayımlanan Bir Kadın, Bir Ev, Bir Roman’ı Tevfik Turan’ın Almanca aslından çevirisiyle…
Tek bir kişi oturmuştu ve o da bira içiyordu: Linda. Bana kendisinin de sevindiğini hissettirdi. Linda yine makyajsızdı, süslenmemişti.
Basın masası duvara bitişikti, gürültü koridorunun biraz dışında. Linda, Kuzey Denizi kıyısındaki bir yerden geliyordu, hafif bir Frezya aksanıyla konuşuyordu. Bir süre sonra onun burada, Güney Almanya’daki bir sanayi şehrinde kendini iyi hissetmediği duygusuna kapıldım ama bunu sormaya cesaret edemedim. Sırtımızı gürültüye dönmüş oturuyor, birbirimize bakıyorduk. İkinci biradaydım, içimdeki Franz Kafka’ya biat ettiğimi itiraf ettim. Linda, Kafka adını duyunca gülümsedi. Sanki şöyle demek istememiş gibiydi: Kafka küçük oğlanlara göre değildir. Onun tercih ettiği yazar Joseph Conrad’dı, bense onunla ilgili sadece deli kaptanlar ve ölümcül Güney Denizi yolculukları üzerine yazdığını biliyordum. Henüz Conrad’dan bir şey okumuş değildim.Ha, şu denizci hikâyeleri, diye bir şeyler geveledim.
Ama denizcilik sadece bir mecaz, dedi Linda.
Bununla ne demek istiyorsunuz?
Klasik anlamında söyledim, dedi Linda, bir mecaz başka bir şeyin yerini tutar.
Neyin?
Conrad’da deniz, namusla görevin kardeşliğinin simgesidir, dedi Linda.
Şaşırdım, bir yudum aldım.
Conrad’da kahramanlar, görevlerini seven erkeklerdir, çünkü namuslu bir hayat sürmek isterler, dedi Linda; ama kimse bu adamlara namus ve görevin aslında neler olduğunu söyleyemez. Onun için, namuslu bir hayatın ne olduğunu da
bilmezler. Bildikleri sadece, onu istedikleridir.Demek istiyorsunuz ki, görev ve namus sadece soyut kavramlardır?
Aynen, dedi Linda, ve soyut kavramlar oldukları için insan onları tanılayamaz, sadece hissedebilir; ama bunu da hiç durmadan yapar çünkü onların da başı sonu yoktur, deniz
gibi.Ha, mecaz, deniz derken bunu kastediyorsunuz! dedim heyecanla.
En önemli olan, asıl şimdi geliyor, dedi Linda, yani Conrad’ın dile getirilemezlik sorununu edebiyatta nasıl çözdüğü.
Ama önce tuvalete gideceğim. Linda bardağını masaya bırakıp kayboldu. Bir yukarıdaki sahneye bir aşağıda dalgalanan başlara, saçlara, omuzlara bakıyordum. Şimdiye kadar pek not almamıştım. Bedenlerin bu iniş çıkışları, kolların, ellerin, dizlerin bu sarsılışları üzerine ne yazacağımı bilmiyordum. Sabırsızlıkla Linda’nın dönüşünü bekliyordum.