Sessizlik ve Gürültü
Nihad Sîris
Yazar Fethi Şiyn, ülkenin mutlak hâkimi olan Lider’in iktidara gelişinin yirminci yıl kutlamalarının yapıldığı sıcak bir güne açar gözlerini. Tıpkı diğer sabahlarda olduğu gibi, propaganda şarkılarının gümbürtüsü sloganların kükreyişine karışmıştır. Düşündüklerini baskı nedeniyle yazamayan ama istenildiği gibi yazmaya da yanaşmayan ve sessiz kalan Şiyn, ülkenin doğal gerçekliği haline gelmiş bunaltıcı karmaşadan bir parça uzaklaşabilme umuduyla kendisini sokağa atar. Ne var ki polis tarafından dövülen bir öğrenciyi kurtarmaya çalıştığında “uzun bir gün”ün başlangıcında olduğundan habersizdir.
Şiyn, “bilinmeyen” bir Arap ülkesindeki zamanın ruhunu ve baskının şiddetini gösteren acı olaylara tanık olur. Lider için yanıp tutuştuğunu sandığı halkın ona fısıldayarak anlattıklarını dinler. İktidarın propaganda faaliyetlerinin işleyişini ve onu kendi sessizliğinden çıkarma planlarını öğrenir. Sadece bir gün içinde, bir devrin sinsi zalimliğinin ne denli korkutucu boyutlara ulaşabileceğini görür ve gösterir.
Modern Arap edebiyatının aykırı yazarı Suriyeli Nihad Sîris’in, distopya ile gerçekliğin kesiştiği incecik bir çizgide zarafetle yürüyen romanı Sessizlik ve Gürültü’yü Rahmi Er, Arapça aslından çevirdi.
- Çağlayan Çevik, “Tek Bir Ülkenin Değil Bütün İnsanlığın Hikâyesi”, Hürriyet, 10 Mayıs 2015: http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/keyif/28965438.asp
- Ömer Erdem, “Tek Başıma Sabahlıyorum”, Radikal Kitap, 15.05.2015: http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/tek-basima-sabahliyorum-420963
- Cihat Baker, “Kusursuz Bir Roman, Kusursuz Bir Siyaset Eleştirisi”, Eganba, 27.05.2015: http://www.eganba.com/ki/gundemdekiler/kusursuz-bir-roman-kusursuz-bir-siyaset-elestirisi
Bu kitabı neden yayımladık?
Diyelim ki bir gün birisi, ilgisiz bir hikâye anlatıyor bize. Hatta anlatıcıyla samimi bile değiliz. Bir arkadaşımızın arkadaşı, otobüs beklerken tanıştığımız biri veya iş yeri yemekhanesinde ara sıra karşılaştığımız herhangi bir insan… Bir şeyler oluyor ve anlatmaya başlıyor. İlk önce nezaketen dinliyoruz, ama sonra hikâye ilgimizi çekmeye başlıyor. Ardından, şöyle düşünüyoruz: “İyi de bundan bana ne?” Ama hikâyeyi dinlemeden de edemiyoruz bu sırada. Belki biraz abarttığını, bire beş katmış olabileceğini düşünüyoruz içten içe. Ama beğeniyoruz. Etkileniyoruz. Bir başkasına anlatıyoruz yeri gelirse. Sonra da unutup gidiyoruz. Daha doğrusu, unuttuğumuzu zannediyoruz. Zaman geçiyor, perde iniyor, sahne değişiyor, perde kalkıyor: Bir gün, başımıza bir şeyler geliyor ve şoku atlattıktan sonra yaşadıklarımızı kafamızda evirip çevirirken aklımıza o anlatılanlar geliyor. Bir bakıyoruz ki anlatılan bizim (de) hikâyemizmiş. Sessizlik ve Gürültü, öyle olmamasını umduğumuz ama insanlığın dün, bugün veya yarın fark etmeksizin ortak kaderini anlatan bir kitap…