Her Şey Kurgudur
9 ay önce
Hawthorn ile Child’ın yazarı Keith Ridgway’in 2012’de The NewYorker’da yayımlanan yazısı Everything is Fiction, sadece “tuhaf kitapların tuhaf yazarının edebiyat anlayışı”na ışık tuttuğu için değil, kurgu ve hayat arasındaki ilişkiye dair görüşleriyle de büyük beğeni toplamıştı.
Ridgway, İTEF kapsamında 8-15 Mayıs tarihleri arasında ülkemizde olacak.
Her şey kurgudur. Kendinize hayatınızın hikâyesini, gününüzün hikâyesini anlattığında onu düzenler, yeniden yazar ve anlatınızı çeşitli tecrübelerden ve olaylardan yararlanarak dokursunuz. Konuşmalarınız kurgudur. Arkadaşlarınız ve sevdikleriniz. Onlar sizin yarattığınız karakterlerdir.
HER ŞEY KURGUDUR
Keith Ridgway
Yazmayı bilmiyorum. Ne yazıktır ki, bu işi yaparak yaşıyorum. Gerçi yaşamayı bilmediğimi de söylemem gerek. Biz yazarlardan, yazmak üzerine yazmamız istenir, özellikle bir kitap çıkaracağımız zamanlarda. Söyleşilere cevap vermemiz ve yapıyor gibi göründüğümüz şeyi nasıl yaptığımızı açıklamamız gerekir. Hatta, geçenlerde yaptığım gibi, öğrencilere kurgu yazarlığı gibi tuhaf bir mesleğe nasıl yaklaşmaları gerektiğine dair dersler bile veririz. Onlara daha en başta şöyle söylerim: Size verecek bir şeyim yok. Bilmiyorum. Bana bakmayın.
Şimdiye dek altı kitap yazdım. Fakat bu durum işi kolaylaştıracağı yerde, absürtlük derecesine varacak kadar karmaşıklaştırdı. Ne yaptığım hakkında hiçbir fikrim yok. Olay örgüsü ve karakterler ve nereden başlayıp nerede bitireceğim hakkında veriyor gibi göründüğüm tüm kararlar, karar bile sayılmazlar. Onların hepsi uzlaşmadır. Bir kitap umuttan yontulur ve artık parmaklarımı bile kesecek raddeye geldiğimde başkalarının ondan ne anladığını görmek için kitabı kendimden uzağa iterim. Korku içinde başkalarının yargılarını beklerim. Olumlu veya olumsuz olsun, tüm yargılar adaletsiz gibi görünür, çünkü gerçekten de yapmadığım bir şey hakkındadır hepsi. Bana olan bir şey hakkındadır onlar. Bir kazadan sonra arabadan sürüklenerek çıkmaya çalışırken ellerinde puan kartları olan yabancı insanlar tarafından karşılanmak gibi bir şeydir bu.
Besbelli, bir şeyler oluyor. Her birkaç yılda bir kitap üretmeyi başarıyorum. Ve elbette, bildiğim şeyler de var. Bir şeyleri yazıya dökmeden önce son ana kadar beklemeyi biliyorum. Bir fikrin beni sonsuza kadar terk etmesinden önceki son dakikayı kastediyorum. Bir süre sonra bana zorlama, kasıtlı veya sahte görünen her şeyi çıkarmayı da biliyorum. Kendimi hikâyeye dâhil etmem gerektiğini biliyorum. Gerçek anlamda değil, duygusal olarak kendimi hikâyeye katmaktan bahsediyorum. Yazdığım şeye özen göstermem gerekir: Karakterler veya onların nasıl bir şeye dönüşecekleri, veya nasıl hissedecekleri veya dünyayı nasıl deneyimleyeceklerine. İşimin bir bakış açısı yaratmak olduğunu biliyorum. Ve bunu okuyucuya benimsetmek olduğunu. Ve bunu başarıyla yapmak içinse, tuhaf bir şekilde, her şeyi göze almak zorunda olduğumu. Bir kitap yazarken kalbimi kırmıyorsam bir şeyleri yanlış yaptığımı anlarım. Bunun tam olarak ne anlama geldiğinden emin değilim. Fakat nasıl hissettirdiğini biliyorum.
Araştırma yapmam. Diyelim ki Londralı iki dedektif etrafında gelişen bir kitap yazdım. İşte bu biraz çılgınca gelebilir. Dedektiflerin günlerini nasıl geçirdikleri hakkında hiçbir fikrim yoktu. İşte o zaman, bazı tahminler yaptım. Bir şeyleri araştırmaları gerekiyordur sanırım. Bunun nasıl bir şey olabileceğini hayal etmeye çalıştım. Sizin izlediğiniz filmlerin ve televizyon dizilerinin aynılarını izlemiştim. Sizin okuduklarınıza benzeyen türden ucuz polisiye romanlar okumuştum. Ve biliyorum ki her şey kurgudur. Kesinlikle her şey. Araştırma onun yavaş kurgusudur, yazarın kendisinden emin olma işlemidir. Kendimden emin olmak istemiyorum. Şaşkınla, panikle, her şeyin tehlikeli bir şekilde çökeceği hissiyle yazmayı seviyorum. Böyle olunca, her şeyin kurgusunu kucaklamaya çalışıyorum.
Ve bunda çok ciddiyim: Her şey kurgudur. Kendinize hayatınızın hikâyesini, gününüzün hikâyesini anlattığınızda onu düzenler, yeniden yazar ve anlatınızı çeşitli tecrübelerden ve olaylardan yararlanarak dokursunuz. Konuşmalarınız kurgudur. Arkadaşlarınız ve sevdikleriniz. Onlar sizin yarattığınız karakterlerdir. Ve onlarla tartışmalarınız editörünüzle yaptığınız toplantılara benzer. Lütfen, onlar rica eder, siz rica edersiniz, beni yeniden yaz. İşlerin nasıl yürüdüğüne dair bir kavrayışınız vardır, ve bunu hafızanıza dayatırsınız, ve işte bu şekilde düşünürsünüz, benim düşündüğüm şekilde, anlatılamaz bir şey yaşıyorsunuzdur. Tabii, gerçekten deneyimlediğimizi -tüm duyularımızla ve sinirlerimizle- gerçekten yaşamaklığımız, uçsuz bucaksız, absürt, güzel ve saçma bir kaostur.
İşte bu yüzden, kurguya vakti olmayan insanları dinlemeye bayılırım. Sadece biyografileri ve popüler bilim kitaplarını okuyanları. Romanın ölümüne dair şeyleri dinlemeye bayılırım. Kurgunun ıvır zıvırı, bir şeyler uydurmanın ıvır zıvırı hakkındaki dersleri dinlemeyi bayılırım. O anlatılanlar, sanki bizim gün boyunca, hayat boyunca yapıp durduğumuz şeyler değilmiş gibi. Kurgu bize her şeyi verir. Bize anılarımızı, zekâmızı, iç dünyamızı, hayatımızı verir. Değişimi ve hüznü ve umudu ve aşkı hissetmek ve kendimiz hakkında bir şeyler anlatmak için kullanıyoruz onu. Ve hepimiz, artık belli ki, bunu yapmayı biliyoruz.
Çeviren: Ferhat Özkan