KİTAPLAR
Körler Kıssası
Gert Hofmann
Prospero Kitaplığı • 9
Belçika’da bir Orta Çağ kasabasında, sabahın erken saatlerinde altı kör dilencinin uyuduğu ahırın kapısı çalınır ve kendilerinden resimleri yapılacağı için hazırlanmaları istenir. Fakat tıpkı körler gibi, bu haberi verenler de körlerin resimlerinin kim tarafından veya neden yapılacağını bilmemektedir. Böylece körlerin yürüyüşü başlar.
Belçikalı ressam Pieter Bruegel’in dünyaca ünlü Körler Kıssası (1568) tablosundan esinlenerek kaleme alınan Körler Kıssası’nda, tablonun yaratılış süreci, resmedilen altı körün bakış açısından, bu altı kör sanki yekvücutmuşçasına birinci çoğul şahıs ve şimdiki zaman kipiyle anlatılır.
Hofmann’ın romanı, Bruegel’in başyapıtı kabul edilen tablonun kurgusal yaratılış sürecini anlatırken mevcut grotesk üslubu bozmaz; üstelik absürt tiyatronun döngüsel, tekrarlı mizansen ve diyalog yapısını da kullanarak tabloyu âdeta yaşayan bir organizma haline getirir.
Gert Hofmann’ın kurmaca sanatının sınırlarını ustaca zorlayan eseri Körler Kıssası, Gül Gürtunca’nın Almanca aslından çevirisiyle…
KİTAPTAN ALINTI
I
Resmimizin yapılacağı gün –her zamanki gibi yeni bir gün işte!– samanlık kapısının vurulmasıyla uykudan uyanıyoruz. Hayır, kapıya içeriden değil dışarıdan, onlar tarafından vuruluyor.
Ne var, diye seslenirken uyanmakta güçlük çekiyoruz. Rüyadayız. Başımızda bulutlar, yeni sürülmüş uçsuz bucaksız bir tarlanın ortasında saban oyuğu içinde, bir yanımız toprağın altında, diğer yanımız üzerinde uzanıyoruz. Bir bacağımız toprağa batmış vaziyette, diğeri ise henüz dışarıda. Hâlâ gayet net hatırlayabildiğimiz iri ve yumuşak kar taneleri, hafif engebeli arazinin kıvrımlarını doldururken her şeyin üzeri örtülüyor: Otlar, pulluk, ağaçlar gibi, bizlerin çoktan el çektiği, ancak büyük olasılıkla halihazırda varlığını sürdürmekte olan tüm diğer nesneler de kara gömülüyor. Nihayet kar, son ana dek kapkara bir taş misali dimdik duran ikinci bacağımızın üzerini de örtüyor. İyi ki bitti, diye düşünüyor ve gömülüyoruz. Unutuluşumuz başlıyor. Ancak şimdi kapıyı çalarak bizi tekrar kendi yanlarına, yukarıya çekiyorlar. Evet, diye sesleniyor ve sürüne sürüne doğruluyoruz; bizi neden rahatsız ediyorsunuz?
Kapıya gelen kişi bizden sakin olmamızı istiyor ve kapıya yaklaşıp, Bugün resminiz yapılacak, unuttunuz mu yoksa? diye soruyor.
Resmimiz mi?
Evet.
Peki, neden yapılacak?
Ancak kapıdaki adam nedenini bilmiyor.
Hayır, unutmadık, diye sesleniyor ve farelerle paylaştığımız samandan yatağımızda yuvarlanıyoruz.
İyi o zaman, diyor kapıdaki kişi, giyinip köy meydanına gelmeniz gerekiyor, vakit tamam.
Resmimiz yapılmadan önce hareketlenmemiz gerekiyormuş. Isınmak amacıyla köyün içinde bir süre dolaşmak durumundaymışız.
Bu köyde mi? diye soruyor ve samanlığın zeminini yokluyoruz.
Evet, bu köyde.
Köyün adını soruyoruz.
Péde-Sainte-Anne.
Güneş doğmuş mu?
Hayır.
Peki, neden doğmamış? Doğmayacak mı?
Kapıyı çalan adam bunu da bilmiyor.
İyi de neden köyde dolaşmamız gerekiyor? diye soruyoruz.
Resmedilecek yürüyüş için alıştırma yapmamız gerektiğini söylüyor. Özellikle de düşmenin farklı biçimleri olan tökezleme ve devrilme için.
Demek öyle. Yani otururken resmedilmeyeceğiz?
Hayır, otururken değil, diyor kapıyı çalan adam.
O zaman yürürken, öyle mi?
Tökezlerken, düşerken ve haykırırken.
Haykırış için de alıştırma yapmamız gerekecek mi?
Bunu bilmiyor. Muhtemelen, diyor.
Bekle geliyoruz, diye sesleniyoruz.