KİTAPLAR
Gölgeye Övgü
Tanizaki
Tüm dünyada olduğu gibi Japonya'ya da modernizm sadece yeni fikirleri ve tekniğiyle değil, zevkleriyle de gelir: Renkler hiç olmadığı kadar parıldar, mekânlar güçlü ışıklarla aydınlanır, eşyadaki yaşanmışlık izleri birer birer kaybolur. Yazdığı her metinde Doğu-Batı sorunsalını bir şekilde dert edinen Tanizaki, tüm bunları basit bir moda değişikliği olarak tanımlayıp geçmez: Dünyayı algılamanın ve yaşamanın bu yeni biçimiyle sert bir hesaplaşmaya girer. Tanizaki gibi bir dehanın bu hesaplaşmaya dair söyledikleri, sadece bir beğeni dönüşümünün değil, modernizm tecrübesi yaşamış her kültürün ortak macerası olarak da okunabilir.
Gölgeye Övgü, gölgenin (ve onun estetiğinin) Japon kültüründeki yerine atfedilen bir methiye olmanın yanı sıra gittikçe rüküşleşen, ince zevklere sırtını dönen günümüz dünyasından bakınca bir ağıt aynı zamanda; kör edici ışıklar altında kaybolmaya yüz tutmuş bir mirasa ağıt...
"Neden karanlıkta güzellik arama eğilimi sadece Doğulularda bu kadar güçlüdür? Bana göre biz Doğulular, içinde bulunduğumuz şartlardan hoşnut olmayı amaçlayıp elimizdekilerle mutlu olduğumuz için karanlıktan şikâyet etmek yerine bunun bir çaresi olmadığını kabullenip ışık azsa azdır der, karanlık üzerine düşüncelere gömülür ve karanlığın içindeki doğal güzelliği keşfederiz."
"Bu kitabı her okuduğumda içim Tanizaki'ye bir kez daha büyük bir hayranlıkla doluyor."
Kengo Kuma
"Yitip giden bir dünyaya, onun estetiğine ve değerlerine dair yoğun bir tefekkürün kitabı."
David Mitchell
KİTAPTAN ALINTI
Ne zaman Nara ya da Kyoto tapınaklarının eski, loş ve bence tertemiz tuvaletlerini görsem, Japon mimarisinin eşsiz meziyetlerinden tkileniyorum. Tapınaklardaki salonların da kendisine özgü bir çekiciliği olabilir, ancak bir Japon tuvaleti tam anlamıyla ruhani bir dinlenme yeridir. Her zaman ana binadan uzakta, bir koridorun sonunda yer alır ve taze yaprak ve yosun kokusu gelen çalılıkların arkasına inşa edilir. Hiçbir kelime o loş ışıkta oturup, şojiden yansıyan soluk parıltının tadını çıkarırken tefekkürde kaybolmanın ya da bahçeyi izlemenin yarattığı hissi anlatamaz. Yazar Natsume Soseki sabahki tuvalet ziyaretlerini büyük bir zevk olarak görür, “fizyolojik bir haz” diye tanımlardı. Hiç kuşkusuz bu zevkin tadına, sakin duvarlarla ve güzelce damarlanmış ağaç zeminle çevrili, mavi gökyüzüne ve yeşil yapraklara baktığın bir Japon tuvaletinden başka yerde varılamaz.
Dediğim gibi bazı ön koşullar var: Bir nebze loşluk, mutlak temizlik ve sivrisinek vızıltısını dahi duyabileceğiniz sessizlik. Böyle bir tuvaletten yumuşakça yağan yağmurun sesini dinlemeyi çok severim, hele bu Kanto bölgesinin uzun ve dar pencereleri yere kadar uzanan tuvaletlerinden biri ise; orada saçak ve ağaçlardan düşen damlaların taş fenerin kaidesini yıkayıp toprağa sızışını ve üzerine basılan taşların etrafındaki yosunu tazeleyişini bir mahremiyet hissiyle dinleyebilirsiniz. Tuvalet aynı zamanda böceklerin cıvıldamasını ya da kuşların şarkısını dinlemek, aya bakmak ya da mevsimin değiştiğini belli eden o dokunaklı anlardan herhangi birinin tadını çıkarmak için de en mükemmel yerdir. O müthiş ilhamlar seneler boyu Haiku şairlerinin aklına buralarda gelmiş olmalı. Japon mimarisinin tüm unsurları arasında tuvaletin en estetik mekân olduğu haklı olarak iddia edilebilir. Yaşamlarındaki her şeyi şiir kılan atalarımız aslında bir evin temizlikten en uzak yerini eşsiz bir zarafete dönüştürmüş, orayı doğanın güzelliklerinin birlikteliği ile doldurmuştur. Tuvaleti tamamen kirli gören ve kibar bir sohbette isminden bile söz etmeyen Batılılara kıyasla çok daha bilge ve kesinlikle daha zevkliyiz. En büyük kusuru ise ana binadan uzakta olan Japon tuvaletine gece yarısı gitmenin biraz zahmetli olması; kışınsa her zaman üşütme tehlikesi var. Ancak şair Saito Ryoku’nun dediği gibi “zarafet soğuktur”.