Ayakkabılar ve Siyaset
Paylaş

Ayakkabılar ve Siyaset

1 yıl önce

Sessizlik ve Gürültü’nün yazarı Nihad Sîris’in IAN Edebiyat’ın haziran sayısı için özel olarak yazdığı “Ayakkabılar ve Siyaset”, Suriyeli yazarın siyasi düzen eleştirisini “trajik son”larla taçlandırmada ne kadar başarılı olduğunu tekrar gösteriyor.
 
Ayakkabılar ve Siyaset
Hüsnü Bey o gece uyuyamadı. Hâlbuki her zamankinin aksine o gece ay doğmamıştı ve insanın uykusunu getirebilecek bir karanlık vardı. Buna rağmen, eşinin horlamasını dinleyerek yatağın üzerinde oturmaya devam etti. Hüsnü Bey, horladığı için genellikle eşini suçlar ve uykusu kaçtığında sabahleyin onunla kavga ederdi. Sabah yine bu yüzden kavga edecekti gerçi, ama o geceki uykusuzluğu eşinin horlaması yüzünden değildi. İş meseleleriyle meşgul olan zihni uyumasına engel oluyordu. Özellikle kamuya ait ayakkabı şirketinin yönetim kurulu başkanı ve genel müdürü olan Doktor’u saf dışı edip onun yerine geçmek için ne yapabileceğini düşünüyordu kara kara.

Yaklaşık iki yıldır yönetim kurulu üyesiydi Hüsnü Bey. Doktor’sa taş çatlasa bir yıldır yönetim kurulu başkanıydı. Üstelik aralarına dışarıdan katılmıştı Doktor. Hüsnü Bey, işte o geceden itibaren uykusuz kalmaya başlamıştı. Ancak o zamanlar Doktor’u saf dışı etme planları yaptığı için değil, göreve bir başkasını getirmelerini ve kendisini de alçaltıcı bir biçimde görmezden gelmelerini kıskanmasından ötürüydü. Sabahleyin Hüsnü Bey, eşini tahammül edilemez derecedeki horlamaları sebebiyle suçlarken çocuklar yatak odasından kavga seslerini dinliyorlardı yine.

Terfi alabilen ve istediğini elde eden bir adamdı Doktor. Nasıl dalkavukluk yapacağını biliyordu çünkü. Şirket, bir üretim şirketi olmasına ve siyasetle hiçbir ilişkisi olmamasına rağmen –ki bu şirket sadece ayakkabı üretiyordu– Doktor siyasetten son derece iyi anlıyordu ve böylece başarı merdivenlerini hızla tırmanıyordu. Hüsnü Bey’in çok istediği şeyin zorluğuysa tam da burada gizliydi.

Yetkisini açıkça kötüye kullanıyordu Doktor. Akrabalarını dilediği gibi işe alıyordu. Sadece kendisi değil, eşi ve çocukları da şirketin arabalarını kullanıyordu. Ayrıca muhasebeden kendisine ikramiyeler ödenmesini talep ediyordu. Bütün bunların dışında, siyasetçilere hediye olarak kutu kutu ayakkabı gönderiyordu.

Hüsnü Bey, Doktor’un kendilerine hediye olarak ayakkabı gönderdiği yüksek makamlara, pervasız Doktor’un yediği bütün naneleri sayıp dökecek bir rapor yazmaya karar verdi. Sonra eşinin açık ağzından çıkan bir horlamayla diğer horlama arasında yönetim kurulu başkanının yükümlü olup da yapmadığı işleri hatırladı ve raporuna bunu da eklemeye karar verdi. Sonra da uyudu.

Sabahleyin raporunu yazmaya başlamadan önce, şirketin pazarlama bölümünde çalışan amcaoğlunun ofisine uğradı. Kapıyı kapattılar ve Hüsnü Bey’in raporu hakkında fısıltıyla konuşmaya başladılar. Amcasının oğlu, Hüsnü Bey konuşmasını bitirinceye kadar onu dinledi ve ardından bir sigara yakıp “Hiçbir şey elde edemeyeceksin,” dedi. “Çünkü sen raporu, Doktor’un yaptığından çok daha fazlasını yapan insanların olduğu yüksek makamlara yazacaksın. Onlar zaten uydurmakta uzmanlaştıkları işlerden haksız yere büyük kazançlar elde ediyorlar; eşlerinin, çocuklarının ve hatta metreslerinin hizmetine resmî araçlar tahsis ediyorlar. Kendilerinin atadığı hayalî görevlilerin gerçek maaşlarını alıyorlar. O kadar ki, sevgili amcaoğlum, devletin parasıyla ve zavallı askerlerin emeğiyle saraylar inşa ediyorlar.”

Hüsnü Bey, yüzü kızarmış ve planı suya düşmüş bir halde ona şöyle cevap verebildi: “Öyleyse sen benim teslim olmam ve bu Doktor’a sonsuza kadar katlamam gerektiğini mi düşünüyorsun?”

Amcasının oğlu çay bardağını ağzına götürürken “Güvenilir tek bir yol var,” dedi yavaşça. “Siyasete atılman gerek.”

Ofisine giderken “siyaset” sözcüğü Hüsnü Bey’in zihninde tekrar etti durdu. Ofise ulaştığındaysa sekreter, genel müdürün ve yönetim kurulu başkanının kendisini görmek istediğini söyledi ona. Korkarak ve midesi bulanarak gitti. Sekreter, oturması için yer bile göstermeksizin ona emirler yağdırmaya başlayan ve sonra çıkmasına müsaade eden dalkavuk Doktor’un ofisine almadan önce on dakika bekletmişti onu.

Siyaseti çok iyi bilen rakibine karşı siyasi üslubu nasıl uygulayacağı fikri zihninde dolaşırken yatağın üzerinde oturur bir halde bir kez daha eşinin horlamasını dinledi. Yönetim kurulu başkanının, ülkenin Başkan’ına sövdüğünü mü yazacaktı raporunda? Ama Doktor sövmezdi ki. Hatta tatlı diliyle tanınırdı o. En iyisi, genel müdürün ülkenin siyasi yönetimine gerekli saygıyı göstermediğini yazmaktı. Fakat bu yuvarlak bir cümleydi ve pek çok manaya çekilebilirdi. Şirket ve binalarının dört bir yanı Başkan’ın haddinden fazla sayıda resimleriyle doluydu. Hatta genel müdürün odasının bitişiğindeki toplantı salonunda Başkan’ın bir düzineden fazla resmi asılıydı.

Gün doğumundan hemen önce, henüz Doktor’u makamından edecek siyasi bir fikir bulamamışken üzerine bir yorgunluk çöktü. Üstüne üstlük, yanında uyuyan şu kadının gırtlağından gelen horlama sesinden dolayı kulağı da bitkin düşmüştü.

Hafta sonu tatilinde evinin harika doğal güzelliklere nazır balkonunda aile fertleriyle birlikte, ama bundan hiç zevk almadan otururken genel müdürün bazı etkinliklerde söylediği sözleri çarpıtması gerektiği kanaatine vardı. Mesela bir keresinde şirketin ayakkabı üretimini artırması için yapılan bir toplantıda “Şirketimizin ürettiği ayakkabılar konuşmalardan, eleştirilerden ve boş sloganlardan bin kat daha önemlidir,” demişti Doktor. Bu şu anlama geliyordu: Onun ayakkabısı radyo ve televizyonların sürekli tekrarladığı “Sonuna kadar yâ Abdussâmed!” gibi ebedi sloganlarımızdan; belki de yüce iktidar partisinin veya Başkan’ının son zamanlarda dile getirdiği “Ülkemiz, vatandaşlarının saygınlık ve şeffaflığın tadını çıkardığı gelişmiş bir ülkedir,” türü demeçlerinden daha önemlidir.

Odasına girdi ve günün geri kalanını, genel müdürün “uygun bir biçimde” anlaşılması mümkün olan sözlerinden pek çok kanıtı eklediği raporu yazarak geçirdi Hüsnü Bey. Gecenin büyük bölümünde de, hatta yakın camideki müezzin sabah ezanını okumaya başlayana kadar bunları gözden geçirme, inceleme ve temize çekme işine ayırdı. Ardından çalışma masasından kalktı, rapor kâğıtlarını çantasına koydu ve eşinin yanına uzandı. O anda horlamasından dolayı bir rahatsızlık hissetmedi, aksine sevişmek için eşini uyandırma fikri aklına geldiği için son derece mutluydu.

Raporu gönderdikten sonra herkese karşı siyasette ustalaştı. Herkese tebessüm eder hale geldi. Hatta bizzat genel müdüre yağ çekmeye ve dalkavukluk etmeye başladı. Üstelik bunları yaparken genel müdürün sekreterine sarı bir gül ve bir kutu çikolata takdim etmeyi de unutmuyordu. Fakat ülkemizde bu tür raporlar üst makamlara ulaştıktan sonra işler her zaman aynı şekilde yürümez. Onun raporu da, ilgili emniyet birimine ulaşınca hemen ilgili birimin başında olan kişiye sunuldu. O da raporu dikkatle okudu ve raporda kendisini endişeye sevk eden şeyler gördü, bunun üzerine onları siyah kalemle işaretledi ve gerekli soruşturma iznini verdi.

İlk çağırılan kişi, bizzat Hüsnü Bey’di ve kendisine yazıp sunmuş olduğu raporun her kelimesi hakkında sorular soruldu ona. Soruşturmacı, Hüsnü Bey’in aynen raporda yazmış olduğu ifadeleri kastettiğinden emin olunca genel müdürün sloganlar ve ayakkabılar hakkındaki sözlerini işitenlerin isim listesini istedi. Bunun üzerine hiç çekinmeden kendisinden istenileni yerine getirdi. Sonra kendisine suçlamaların doğruluğunu ispat etmek için soruşturmanın seyri esnasında genel müdürle, yani Doktor’la yüzleşmeye hazır olup olmadığı soruldu. Hazır olduğunu söyledi Hüsnü Bey.

Bundan sonra ilgili emniyet birimi, müdürlerinin doğrudan gözetimi altında var gücüyle çalışmaya başladı. Söz konusu rapor onlarca nüsha çoğaltıldı ve soruşturmayla ilgili görevlinin “Ayakkabılar Dosyası” adını verdiği soruşturmayla ilgili özel bir dosya açıldı. Ardından da yetkili şahıslar çağrıldı ve soruşturma oturumları başladı.

Görevliler hemen fısır fısır konuşmaya başladılar ve haber hızlıca yayıldı. Pek çoğu dedikodu sayılabilecek türdendi. Hatta son zamanlarda Hüsnü Bey’i ofisinde ziyaret edenlerin sayısı arttı. Fakat onların, soruşturma haberlerini aktarmak dışında başka bir amaçları da yoktu doğrusu.

Birkaç görevli, içeri girip kapıyı kapattıktan sonra personel departmanında toplanıp olan biten hakkında tartışmaya başladılar. İçlerinden biri, genel müdürün bir tür gazaba uğradığını söyledi. Allah bilir neler yapmıştı ona göre. Bir diğeri de “Evet, olaydan haberdar olan bir kimseden genel müdürün Başkan’a sövdüğünü duydum,” dedi. Üçüncü bir kişiyse meselenin aslında genel müdürün, hem de Başkan’larını işe ortak etmeden, hırsızlık yapması olduğunu ve bu yüzden Başkan’ın ona kızıp şu anda da kendisini değiştirme işlemini başlattıklarını söyledi. Dördüncü olansa, “Genel müdür nereden menfaat elde edeceğini bilir ve bu yüzden de Başkan’a karşı cimrilik yapmaz,” dedi. Asıl mesele siyasetle ilgili konuşmaya başlamasıydı ve demokrasi isteğinde bulunarak affedilmez bir hata yapmıştı. İlk konuşan şöyle bir yorumda bulundu: “Uyanık kimsenin hatası bin kat daha zarar verir.” Uzun süre sessiz kalan beşinci kimse de şöyle dedi: “Şimdi daha çarpıcı sözleri benden dinleyin. Biliyorsunuz ki genel müdürün eşi güzelliği ve cüretkârlığı ile bilinir.” Herkes onayladı bunu. Kendine güvenen bir ses tonuyla şöyle devam etti: “Eşimin genel müdürün evine giren başka bir kadından duyduğuna göre, eşi genel müdürün kendisi başka bir kadınla (parmağıyla yukarıyı işaret etti) aldattığını en sonunda öğrenmiş. Genel müdür sanayi bakanı olarak atanmayı çok istiyordu ve eşi de böylece ondan intikam almaya ve onu yıkıma uğratmaya karar verdi.”

Genel müdür, personelin onu tanıdıkları şekilde davranmaya devam ediyor veya öyle görünmeye çalışıyorken ortam söylentiler ve dedikodularla doldu taştı. Karşılaştığı herkese gülümsemeye ve büyük küçük herkese iltifatta bulunmaya devam etti. Hiçbir şey yokmuş, hiçbir şey konuşulmuyormuş gibi görünüyordu. Hatta Hüsnü Bey her zamanki gibi güler yüzle kendisini karşılayan ve sonsuza kadar kalacakmışçasına onunla şirket meselelerini tartışan Doktor’un gerçek yüzünü keşfedebileceği bir şeyler bulma ümidiyle genel müdürü her zamankinden daha fazla ziyaret ediyordu. Ancak çikolata kutusu ve sarı gülün kendisine büyük bir getirisi oldu. Çünkü Hüsnü Bey genel müdürün kendisiyle görüşmesi için sekreterin odasında beklerken sekreter onun kulağına çok önemli bir bilgi fısıldadı ve ona işlerin hiç de iyi gitmediğini, ateş olmayan yerden duman çıkmayacağını ve kendisinin de Doktor için endişelendiğini söyledi. Ayrıca diğerleri gibi kendisinin de ifadeye çağrıldığını ekledi.

Genel müdür görevliler karşısında dik ve umursamaz bir görüntü vermek için aşırı bir gayret gösteriyordu, sadece evde eşinin yanında endişesini dışa vuruyordu. Birkaç kez soruşturmaya çağrılmış ve birden fazla soruşturmacı karşısına çıkmıştı ve ondan aynı sorulara tekrar tekrar cevap vermesini istiyorlardı zira onlar aynı soruları sormaktan sıkılmıyorlardı.

Sorun, lanet ayakkabılarla ilgili lanet toplantıda tam olarak ne söylediğini hatırlayamamasıydı. Şirketin ayakkabı üretimi sözlerden, konuşmalardan ve diğer işlerden daha önemliydi. Evet, soruşturmacılara böyle diyordu. (Ne kadar da çoktular.) Fakat emin değildi ve sloganları söyleyip söylemediğini hatırlamıyordu. Sonra devletin ve yönetimdeki partinin sloganlarına, ülkeyi kalkınmaya ve gelişmeye yönelten, güvenilir bir limana doğru götüren ve kendisi için hatasız bir pusula gibi olan (onlara böyle diyordu) Başkan’ın sözlerine övgüler düzüyordu.

Soruşturmacıların devletin veya ebediyen yönetimde olan partinin sloganlarını umursamadıklarını, onların asıl önemsediklerinin ise ülkenin Başkan’ına, söz ve icraatlarına dokunup dokunmadığı olduğunu adı gibi biliyordu. Bu yüzden ona övgüler yağdırmaktan bıkıp usanmadı.

Yorucu ve küçük düşürücü soruşturma oturumlarından birkaç hafta sonra, gerçeğin ortaya çıkması için raporu yazan kişiyi ve şüpheliyi yüzleştirmeye karar verdiler. Sorgulayıcılardan biri Hüsnü Bey’i aradı, ona buluşma saati verdi ve yarın genel müdürle yüz yüze görüşeceğini ona bildirdi.

Hüsnü Bey kendisine hâkim olan garip bir korku yüzünden o gece uyuyamadı. Nasıl olacaktı da raporu onun yazdığını Doktor, hem de onunla yüz yüzeyken öğrenecekti. Hem sonra onunla tartışması, onun sözlerini çürütmesi, raporda bahsedilen şeylerin doğruluğunu ve Doktor’un devletin ilkelerine ve yüce Başkan’ına kötülük yaptığını ispat etmesi gerekecekti. Bunu nasıl yapacaktı?

Kulaklarına pamuk tıkadı çünkü eşinin horlaması onu önceki gecelerden daha fazla sinirlendiriyordu. Gözünü hiç kırpmadan uykusuz geçirdi geceyi.

Belirlenen saatte sorgulayıcının odasının önündeydi. Kapıyı tıkladı ve içeri girdi. Sorgulayıcı onu karşıladı, ona oturması için yer gösterdi ve bir fincan kahve ikram ederek bir sigara verdi. Hüsnü Bey aslında içmediği halde sigarayı yaktı ve Başkan’ın sözleri hakkında söylediklerini inkâr eden genel müdürün aleyhine olan suçlamaların doğruluğunu kanıtlamanın önemini kendisine açıklayan sorgulayıcıyı dinlerken dumanını üfledi.

Hüsnü Bey yorgundu. Bildiğimiz üzere, geceyi uykusuz geçirmiş, eşinin horlamasıyla ve bu mekânda Doktor’la buluşacak olmanın korkusuyla sinirleri yıpranmıştı. Bir fincan kahve ve üflediği sigara dumanı ona çok iyi gelmişti. Sorgulayıcı kendisini takip etmesini söylediğinde hemen ayağa fırladı.

İkisi birlikte bir başka sorgulayıcının ve bir kâtibin bulunduğu bir başka odaya girdiler. Bu sorgulayıcının önceki sorgulayıcıdan daha üst rütbede biri olduğu belliydi. Bu sırada Doktor üzerinde yorgunluk ve çöküş belirtileri olduğu halde başını öne eğmiş, kafasını bile kaldırmadan oturuyordu. Hüsnü Bey’i, çevresinde herkesi bir araya getiren dikdörtgen masaya, genel müdürün tam karşısına oturttular. Bu sırada Doktor, kendisini suçlayan şahısla göz göze gelmek için kafasını kaldırdı. Yüzünde şaşkınlık belirtileri gözüktü. Biraz endişelendi, sonra her zamanki gibi gülümsemeye çalıştı ancak bütün bu olayların arkasında mesai arkadaşı Hüsnü Bey’in olduğunu anlayınca hemen yüzünü ekşitti.

Yüksek rütbeli sorgulayıcı, suçlamalar ve kendileriyle soruşturmayı yürüttüğü bütün görevlilerle yaptıkları araştırmalardan çıkan sonuçlar üzerine uzun uzadıya konuştu. Bu esnada Hüsnü Bey’in Doktor’a karşı üzüntüsü ve onun adına duyduğu korku gitgide artıyordu. Onun için üzülüyordu çünkü onu hiçbir zaman bu halde görmemişti. Buna rağmen üzülmemeye ve geri adım atmamaya karar verdi. Eğer ki bunu yaparsa hem kendisi hem de raporu cehennemi boylayacaktı.

Genel müdür, Sayın Başkan hakkında kötü sözler söylediğini inkâr etti ve siyasi duruşunu tekrar vurguladı. Hemen sonrasında sorgulayıcı, Hüsnü Bey’den raporu genel müdürün yüzüne karşı söylemesini istedi. Doğal, korkusuz görünmeye gayret ederek konuştu, hatta gülümseyerek şöyle dedi:

“Genel müdür harfi harfine şöyle dedi: ‘Bizim şirketimizin ürettiği ayakkabılar konuşmalardan, eleştirilerden ve boş sloganlardan bin kat daha önemlidir.’”

Bunun üzerine genel müdür şöyle cevap verdi: “Ben ayakkabılarımıza yöneltilen eleştirileri ve saldırıları kastediyordum.” Bunun üzerine yüksek rütbeli sorgulayıcı şöyle sordu: “Bizim yüce Başkan’ımızın attığı ebedi sloganlarımızın ve ebedi partimizin sizin ayakkabılarınızla ne ilgisi var?”

Bir kez daha endişeye kapıldı genel müdür, çünkü slogan kelimesini söyleyip söylemediğinden emin değildi ve kısık bir sesle dedi ki: “Ben sloganları kastettiğimi hatırlamıyorum.”

Sesinin kısıklığı ve endişeli hali sorgulayıcıların elini güçlendirdi ve Hüsnü Bey’e yeniden özgüven geldi. Bu sırada kâtip, söylenmiş her sözcüğü kayıt altına almıştı.

İlk olarak, kendisini gerektiğinde arayacaklarını söyleyen ve onu uğurlayan ilk sorgulayıcının eşliğinde Hüsnü Bey çıktı dışarı. Caddede derin bir nefes aldı, çünkü mutluydu. Zayıf düşmemişti. Aksine aklına sızan baskın bir güç ve önem hissi duymaya başladı.

Ertesi günlerde genel müdür, evinin bahçesinde çalışarak geçirdiği uzun bir izne çıktı. Bu tatilde dağınık düşüncelerini toplamaya ve olup bitenler ile gelecekte olabilecekler veya en azından en kötü ihtimaller için kendisini hazırlamak üzere yapabilecekleri hakkında düşünmeye çalıştı. Çünkü ülkemizde bir kimse en yüksek hayallerine ulaşmış olsa bile Başkan onun sadakatinden şüphe duyduğu anda o kimse düşüşe geçer.

Onuncu gün, genel müdürün evindeki telefon çaldı. Arayan kişi kendisine hiçbir açıklama yapmaksızın şehirdeki İstihbarat binasına gelmesi gerektiğini bildirdi. Doktor’un kalbi sıkıştı, gözleri karardı ancak bu durumu eşine anlatmadı ve ertesi gün olacakları beklemeye başladı.

İstihbarat binasında İstihbarat Başkanı’nın kendisiyle görüşeceğini bildirdiler. Sonra da onu İstihbarat Başkanı’nın ofisine bitişik bir odaya aldılar. Kendisine giriş izni verilinceye kadar ondan oturup beklemesini istediler. Oda genişti ve klasik özelliklere sahip parçalarla bezenmiş harika bir dekorasyona sahipti. Genel müdür daha önce buna benzer durumlarda yaptığı gibi gözlerini kapatmak ve bir düşünce yolculuğuna çıkmak suretiyle nefes alışverişine ve kalp atışlarına hâkim olmaya çalıştı. Çalışma hayatının tamamı nerede hata ettiğini, nerede doğru yaptığını içeren bir film şeridi gibi geçti gözünün önünden. Daha sonra duygusal, ailevi ve özellikle de onu çok seven onun da kendisini çok sevdiği eşiyle olan harika ilişkisini içeren bir film şeridi daha geçti zihninden.

Saatine bakmak için gözlerini açtı. Tam da hissettiği gibi, oradayken otuz dakikadan fazla bir süre geçmişti. Fakat tam önündeki kahve masasının köşesine bırakılmış, çok kalın kâğıt bir dosya onun dikkatini çekti ve yeniden düşünceye dalmasına engel oldu. Mavi dosyanın kapağında yedi haneden oluşan bir rakam dışında hiçbir isim yoktu. Kapağı açtı ve birden üzerinde kendisine ait bir ismin yazılı olduğu bir başka kapak gördü. Kapağı çevirdi ve kalın dosyanın sayfalarını çevirmeye başladı. Bütün kâğıtlar kendisiyle; lise yıllarından üniversite yıllarına kadar olan öğrenim geçmişi, işgal ettiği istisnasız bütün makamlar, meşru veya gayrimeşru ilişkiye girdiği bütün kadınlar, hatta şimdiki metresinin ismi ve onunla nasıl buluştuğu ile ilgiliydi. Sonra toplamış olduğu paralar, sahip olduğu banka hesapları ve bakiyeleri ile ilgili raporlar vardı. Aynı zamanda zimmetine geçirdiği paralar, aldığı rüşvetler ve daha nice şeylerle ilgili raporlar da vardı. Bu, ne kadar önemsiz de olsa hiçbir bilginin eksik olmadığı, onunla ilgili kapsamlı bir dosyaydı. İçinde bir mağlubiyet duygusuyla kapattı dosyayı. Kendisinin sadece toplumdaki konumu açısından değil, bir fert olarak da tükendiğini düşündü.

Onu, başlangıçta kendisine tam bir tarafsızlık içinde davranan yüksek rütbeli subayın odasına aldılar. Subay ona sağlığını ve aile fertlerinin nasıl olduğunu sordu. Bu arada genel müdür göğsünün derinliklerinden zorla çıkan ve başında ağır bir yankı bırakan bir ses ile ona cevap verdi. Genel müdür kulaklarına inanamadı çünkü yüksek rütbeli subay onu övmeye başlamıştı. Ona kendilerinin burada, devlet kuruluşlarında onu sevdiklerini, Başkan’ın ona saygı duyduğunu ve çabalarını takdirle karşıladığını, kendilerinin de ayakkabı soruşturmasından kendisinin siyasi düzene karşı dürüst bir şahıs olduğu ve kendisine güvenilebileceği sonucuna vardıklarını söyledi. Devlet ve aynı zamanda da parti, onun sanayi bakanı olarak atanmasını önermeyi kararlaştırmıştı. Fakat hikâye burada bitmiyordu. Ertesi gün Hüsnü Bey’in, kamuya ait ayakkabı şirketinin genel müdürü olarak atanma kararı çıktı.


Çeviren: Ali Eminoğlu