S.S. Bayan Unguentine'nin Seyir Defteri

Stanley Crawford

Amerikalı yazar Stanley Crawford, en önemli romanı S.S. Bayan Unguentine'nin Seyir Defteri ile  çok yakında ilk kez Türkçede. Suat Kemal Angı'nın çevirisiyle...

 

KİTAPTAN ALINTI

Üzerimde çınar ağaçları ve gecenin kubbesi, ayıldım; her yer ve her şey Unguentine’nin, patlamaları beş yüz cam levhayı zangır zangır titreten ev yapımı havai fişeklerinin berbat renkleriyle ışıldıyor ve hızlı bir nabız gibi atıyordu. Aysız ve sakin deniz alevler yutuyor, bu şenliğe yüzeyinde oluşan kıpırtıların daire şeklinde yayılan yansımalarıyla eşlik ediyordu. Şafakta yirmi top peş peşe, gümbürtüyle patladı. Ve çocuk, minik yaratık, tüm bu hengâmenin ortasında, ağızları bir karış açık orkidelerle süslenmiş bir beşikte uyudu. Sonunda Unguentine, ağaçların arasından yeniden ortaya çıktı. Her yeri baştan aşağı kurumla kaplanmıştı; iş tulumu savaş alanına benziyordu. Muhteşem bir andı. Hep birlikte çimenlere uzandık, üçümüz, saatlerce; ve ben Unguentine’den, her gün gerekecek bez sayısını, çocuğun mısır gevreğini, sebzelerini ve sütünü hazırlamayı, uyuma saatlerini, en hareketli, en huysuz olduğu dönemleri, güneşe, banyoya, cereyana, buza, ateşe verdiği tepkileri öğrendim. Ama isim yok. Unguentine reddetti. Ona bir isim vermek, dedi, tarih denen zincirin yakın ve şimdiki ucunu üst üste getirmek, onları çekiçle ezerek perçinlemek, böylece başka bir zincir halkası yaratmak olacaktır ve bu ne kadar üzücü! Ona hak verdim. Yeni doğan isimsiz kaldı. Çocuk, bebek, oğul. Bu terimler onun hakkında bilgi vermek için yeterliydi. Çocuk erkenden konuştu ve ikimizin uyarılarını da dinlemedi; Unguentine’ye göre sessizliği amaçlamalı ve hiç konuşmamalıydı; bense ona, istediği uzunlukta kuracağı cümlelerle yalnızca en saf gerçekleri dile getirmesini öğütledim ve bunu günde yirmi dört saat yapabilecekti; ama o ortalama bir konuşmacı, sıradan ama sevimli bir yalancı olup çıktı, çünkü daima çok önemli olan o anda tam olarak ne söyleyeceğini doğal olarak bilmiyor, sürekli sonradan anlayarak ve önseziyle konuşuyor ve böylece sonsuz şimdiki zamanın kökünü her defasında biraz daha kurutuyordu, ama ne tatlı bir sesle, Tanrım! Beş yaşına geldiğinde ergin bir dâhi olmuştu, mükemmel bir yüzücüydü, alçakgönüllüydü ve bir gün çok uzaklara yüzdü; hiç şüphesiz bizden, mavnadan, bu denizlerden bıkıp usanmıştı.