Sadık Ruslan

Georgi Vladimov

Cehennemi, onu cennet sanan bir köpeğin gözünden anlatmak: Kitabın amacını böyle tanımlıyor Vladimov. Sovyet dönemi Rus edebiyatının tıpkı Bulgakov, Platonov gibi değeri çok sonradan anlaşılan dehası Georgi Vladimov'un başyapıtı Sadık Ruslan, yazıldığı yıl (1965) siyasi nedenlerle yayımlanamadı. Fakat mücevher değerindeki bu kitap samizdat yoluyla elden ele dolaşarak zamanla bir kült mertebesine yükseldi ve ancak 1975'te Batı Almanya'da sansürsüz tam metin halinde yayımlanabildi.

Sibirya'daki mahkûm kamplarından birinde özel eğitimli, sahibine ve Görev'e sonsuz sadakatle bağlı bir köpektir Ruslan. Ancak bir gün, özellikle Ruslan için düşünülmesi bile imkânsız bir olay gerçekleşir ve her şey altüst olur. Annesi de bir Gulag kurbanı olan Vladimov'un kaleminden bu muhafız köpeğinin tüm benliğine ve yaşadıklarına şahit olan biz okurlar, Ruslan'la birlikte dönüşü olmayan bir yola gireriz. Ruslan'ın gözünden yansıyanlar biz iki ayaklı akıllıların ruhlarındaki acımasızlığı, barbarlığı, bencilliği tüm derinliğiyle gösterir.

Politik bir alegori, modern bir fabl veya efendi-köle öyküsü… Farklı şekillerde yorumlansa da sarsıcı bir başyapıt olduğunda hemfikir olunan Sadık Ruslan'ı Kayhan Yükseler Rusça aslından çevirdi.

KİTAPTAN ALINTI

Koşmaya başladı, yıldızlar da onunla birlikte koşuyordu. Durdu, onlar da durdu, yıldızlar onu sabırla bekliyordu. Bu numarayı daha önce de biliyordu ama bu oyun onu her zaman heyecanlandırıyordu, yıldızlara şükranla baktı, havlayarak onlara dostça bir şeyler söylemek istiyordu. Birden Pejmürde'yle uzun zaman bekledikleri trenin çok yakında gelmesi gerektiğini anladı.

Parlak bir ışık çakması zihnini aydınlattı ve hayalini, hayallerinden en tatlısını açığa çıkardı. Ruslan hiç deniz görmemişti ama ilkanamızın tuzu onun kanında da çözülmüştü, okyanusun sonsuz dalgaları gri çakıllı bir sığlığa yuvarlayarak tehdit eder gibi kükremesini iyi hatırlıyordu, dalgaların birbirine karışmış buğulu sırtları fıskiyeler halinde havaya fışkırıyor, karanlık gökyüzünde belayı üzerine alarak beyaz kuşlar uçuruyordu. Sahibinin sopası ve beyaz pelerini, ip sandaletleri ve içinde ekmek ve şarap olan sırt çantası kıyıda duruyordu, kendi de kıyıyı döven koca dalgaların ardında yüzüyordu. Güçten kuvvetten kesilmişti, dalganın kükreyen ters devinimine karşı koyamıyordu, yardım istedi. Ruslan ona havlayarak: “Hemen geliyorum, biraz dayan!” dedi. Kendini önünde bir duvar gibi dikilen kalın su tabakasının içine attı. Onu kafasıyla yardı, bir an gözleri görmez, kulakları duymaz oldu, sadece çakıl taşlarının camsı gıcırtısını duymuştu. Sonunda hava ağzından kurtulunca suyun yüzeyine çıktı, gürültüyle burnundan soludu, sonra mutluluk ve gururla dolu sahibine doğru yüzmeye başladı, dalgaların tepelerini uçarak, inişte yuvarlanarak geçiyor, gitgide sahibine yaklaşıyordu, kudurmuş afetin ortasında kâh sahibini gözden kaybederek, kâh başını yeniden bularak…