KİTAPLAR
Montano Hastalığı
Enrique Vila-Matas
Edebiyat bazen bir hastalıktır: Tedavisi yine kendisi olan bir hastalık.
Ne var ki etkisi herkeste farklıdır bu hastalığın. Örneğin Montano, artık yazmayı bırakan yazarlara dair romanını bitirdikten sonra tek bir cümle bile kuramaz olur. Ona yardım etmek isteyen babası içinse gerçek hayat ve edebiyat birbirine girmiştir zaten. Şehirler ciltlere, günler sayfalara ve şahsi anılar edebi anektodlara karışır. Her şey o denli birbirine girer ki, muzdarip olduğu derdi anlatan yazarın romanında türler bile iç içe geçer. Anlatıcımızın satırları yer yer günlüğe, biraz anıya ve çokça felsefi ve edebi spekülasyona bulandıktan sonra sıkı bir alıntılar antolojisine dönüşebilecekken unutulmaz bir okuma tecrübesi sunan sıra dışı bir romana dönüşür.
Labirentleri, göndermeleri ve tüm bunlara rağmen canlılığını hiç kaybetmeyen kurgusuyla Montano Hastalığı, “Borges’in yirmi birinci yüzyılda en çok seveceği roman” olarak da tanımlanıyor. Montano Hastalığı’nı Seda Ersavcı İspanyolca aslından çevirdi.
"Vila-Matas’ı şahsen tanımıyorum, tanışmayı da düşünmüyorum. Onu okumayı ve yazdıklarının beni ele geçirmesini tercih ederim."
–Pedro Almodóvar
"Modern İspanyol romanında bir benzeri daha yoktur Matas’ın."
–Roberto Bolaño
"Vila-Matas yaşayan en önemli İspanyol yazardır."
–Bernardo Atxaga
Kapak tasarım: Gray318
KİTAPTAN ALINTI
Edebiyat tam da budur belki: Pekâlâ bizim hayatımız da olabilecek başka bir hayat yaratmak, kendimize bir ikiz yaratmak. Ricardo Piglia dünyayı yabancı bir bellekle anımsamanın ikiz yaratmanın başka bir yolu, ama aynı zamanda edebi deneyim için kusursuz bir metafor olduğunu söyler. Bu Piglia alıntısından sonra görüyorum ki, hayatım kitaplardan ve yazarlardan yaptığım alıntılardan ibaret. Edebiyat illetine yakalandım ben. Bu şekilde devam edersem girdaba kapılan bir bebek gibi boğulabilir, edebiyatın sonsuz diyarlarında yitip gidebilirim. Edebiyat her geçen gün daha da bunaltıyor beni; elli yaşımda, kaderimin alıntıdan geçilmeyen ayaklı bir sözlüğe dönüşmesinden korkuyorum.
Prosa de la frontera propia’nın anlatıcısı bir Edward Hoppertablosundan fırlamış sanki. Bunda şaşılacak bir yan yok aslında, zira Arward 1982 yılından yani ilk kitabımı –hepsi de edebiyat eleştirisi olan beş kitabımın ilkini– aldığından beri bu Kuzey Amerikalı ressama hayran; zaten kitabımı almasının tek nedeni de kapağında Edward Hopper’ın gece geç saatte içki içen insanları resmettiği Gece Kuşları* adlı tablosunun olmasıydı. Arward daha önce bir tane bile Edward Hopper tablosu görmüş değildi ve kitabı da kapağı için almıştı ve –o zamanlar henüz tanışmıyorduk– kapağı bir makasla kesip evinin duvarına asmıştı. Bunu birkaç yıl önce, tanıştığımızda bana kendisi anlattı. Hiç gücenmedim doğrusu, zira ben de kendisinin “Hayatın Yabancıları” adlı makalesini gazeteden kesip çalışma odamın duvarına asmıştım; Justo Navarro’yu arayıp Arward adında birinin kendisini taklit ettiğini, hele hele net bir örnek vermek gerekirse, “Gece Kuşları’nda tek başına içki içen adam sanki Çin’deki kayıp maceralarına gömülmüş. Ensesi, sırtı, omuzları hatıraların ve yılların soğuk ışığının yükünü taşıyor,” gibi cümleler yazdığında bunun özellikle göze çarptığını söylemeyi unutmayacaktım böylece.