Montano Hastalığı
Enrique Vila-Matas
Edebiyat bazen bir hastalıktır: Tedavisi yine kendisi olan bir hastalık.
Ne var ki etkisi herkeste farklıdır bu hastalığın. Örneğin Montano, artık yazmayı bırakan yazarlara dair romanını bitirdikten sonra tek bir cümle bile kuramaz olur. Ona yardım etmek isteyen babası içinse gerçek hayat ve edebiyat birbirine girmiştir zaten. Şehirler ciltlere, günler sayfalara ve şahsi anılar edebi anektodlara karışır. Her şey o denli birbirine girer ki, muzdarip olduğu derdi anlatan yazarın romanında türler bile iç içe geçer. Anlatıcımızın satırları yer yer günlüğe, biraz anıya ve çokça felsefi ve edebi spekülasyona bulandıktan sonra sıkı bir alıntılar antolojisine dönüşebilecekken unutulmaz bir okuma tecrübesi sunan sıra dışı bir romana dönüşür.
Labirentleri, göndermeleri ve tüm bunlara rağmen canlılığını hiç kaybetmeyen kurgusuyla Montano Hastalığı, “Borges’in yirmi birinci yüzyılda en çok seveceği roman” olarak da tanımlanıyor. Montano Hastalığı’nı Seda Ersavcı İspanyolca aslından çevirdi.
“Vila-Matas’ı şahsen tanımıyorum, tanışmayı da düşünmüyorum. Onu okumayı ve yazdıklarının beni ele geçirmesini tercih ederim.”
–Pedro Almodóvar
“Modern İspanyol romanında bir benzeri daha yoktur Matas’ın.”
–Roberto Bolaño
“Vila-Matas yaşayan en önemli İspanyol yazardır.”
–Bernardo Atxaga
Bu kitabı neden yayımladık?
Edebiyat kendisine has bir yaşantı sunar ve nihayetinde yaşamın bir parçasıdır. Onun ne denli özel bir yaşantı olduğu kişiden kişiye değişir elbette veya yaşamın içinde ne denli yer kapladığı… Bu sorular, kitap okuyan herkes için geçerlidir ve Don Quijote için de geçerli olması bir tesadüf olmasa gerek. La Mancha’lı, edebiyat ile yaşamı öylesine karıştırmıştı ki, ortaya bambaşka bir edebiyat ve bambaşka bir yaşam çıkmıştı. Vila-Matas’ın romanının da aynı sorun üzerinde yükseldiği söylenebilir. (İyi romanların ortak noktaları belki de düşünülenden daha fazla veya bazen daha belirgin.) Montano Hastalığı’nda edebiyatın tarihi ile magazini birbirine giriyor fakat ortaya malumatfuruş bir kompozisyon değil, yaşamsal sorulara dokunan bir roman çıkıyor ortaya: “Biriyle okumak, diğeriyle yaşamak için iki hayat isterdim,” diyen herkesin ilgisini çekecek konulara dokunan bir roman. Montona Hastalığı, bize göre bu nedenle özel bir roman. Türler arası geçişkenliği, yer yer akademik bir havaya bazense edebiyat fiskosuna dönüşebilecek yapısını tarifi zor bir kıvamla bir araya getirmesi, üslubu bilgiye veya sorunları kurguya feda etmeyen canlılığı ile, okurlarımıza sunmaktan gurur duyduğumuz bir kitap… Seda Ersavcı’nın çevirisiyle sunmaktan ayrıca mutlu olduğumuz Montano Hastalığı’nı okurlarımızın da beğeneceğini umuyoruz.