Hadula: Bir Ada Öyküsü

Aleksandros Papadiamantis

“Modern Yunan nesrinin en büyük yazarı.”
Milan Kundera

“Kurgunun mucizevi doğasını bize Hadula: Bir Ada Öyküsü gibi kitaplar gösterir.”
Gabriel Josipovici

Hadula, yaşadığı adadaki dertlilerin kapısını çaldıkları yoksul bir kadındır. Şifalı bitkilerden hazırladığı ilaçlarla şifa dağıtır hastalara. Ve yaşlı Hadula, sonunda her şeyin kökeni olan bir soruna da çözüm bulur: Yaşamak sorununa.

Papadiamantis, dönemin sosyal ve ekonomik şartlarının -özellikle kadınlar üzerindeki- etkisini göstermekle kalmaz; suçun cezaya, iyiliğin kötülüğe karıştığı o gizemli bölgeye insan ruhunun adım adım nasıl çekildiğini de ustalıkla resmeder. Hiç aklımıza bile gelmeyenlerin nasıl da başımıza gelebileceğini, kaderimizden kaçmak için çırpınırken kendi kaderimizi yaratışımızı ve bu sırada yaşadığımız iç hesaplaşmaları, tutkuyla anlattığı bu trajik öyküyle gösterir.

Tiyatro oyunlarına, operalara konu olan ve antik Yunan efsanelerine sırtını dayamış bu modern Yunan klasiğini, Yasemin Aydın’ın Yunancadan çevirisi ve Herkül Millas’ın önsözüyle sunuyoruz.

Kitap Üzerine Yazılar

KİTAPTAN ALINTI

Herkül Millas'ın Önsözünden

"...
Hadula: Bir Ada Öyküsü’nde de insan psikolojisi çarpıcı bir biçimde çıkar karşımıza. Yazarın Dostoyevski’ye benzetilmesi anlaşılırdır. Kahramanlarına, ister melek kadar masum, ister şeytan kadar günahkâr olsun, empatiyle yaklaşmakta, onları anlamaya çalışmaktadır. Azizle sıradan köylü aynı anlayış ve sevgiyle ele alınmaktadır. Hemen hemen Suç ve Ceza’da olduğu gibi. Şaheseri sayılan Hadula: Bir Ada Öyküsü’nde insanlık için duyulan acıyı ve açmazı görüyoruz. O yıllardaki kadının durumu çarpıcı bir biçimde anlatılır. Öncü bir feminist gibi! Kadın köle gibidir. Evlenebilmek için çeyizini hazırlamaya mecburdur. Çocuklarının ve eşinin esiridir. Acılar içindedir. Paradoksal bir biçimde, cinayet bir çözüm gibi algılanır. Yaşlı kadın, açmazından kurtulamaz: Yardım için cinayet işler. Cinayetler doğal olarak çözümü değil, ölümü getirir. Yazarın toplumsal bir açmaza çözüm önermemesi belki en çarpıcı, gerçekçi, hatta natüralist yanını yansıtır. Kadın, çocukken anne babasına hizmet eder, evlenir ve kocasının kölesi olur, çocuklarına bakar ve onlar da çocuk sahibi olunca –ki üçten de çoktur bu çocuklar– onların kölesi olur!

Bu uzun öykü, tarafsızlığı ve çözümsüzlüğüyle toplumun felsefi bir sorgulaması gibidir. Hatta yerleşik ahlak kurallarına bir meydan okumadır. Öykünün yazıldığı yıllarda böyle bir boyutun varlığının düşünülmesi bile günah sayılacaktı! Ama günümüzde bu öykünün nihilist bir okunuşu pekâlâ olanaklıdır.