Elden Düşme Dünya

Wilhelm Genazino

Elden Düşme Dünya; “güncel” insanlık hallerinin bir Genazino kahramanının zihninde işlenmesiyle ortaya çıkan tuhaflıkların romanı.

“Bu manzara alabildiğine hoşuma gittiği halde göğsümde bir sızı hissediyordum. Çünkü güzelliğin acayip tarafı, insanın onu sadece seyredebilmesidir. Bir tarafını alıp evine götüremez veya küçük bir parçasını özel bir yerde saklayamaz. İnsan güzelliğe ancak hep bakar durur, fazlasını elde edemez. Uzun uzun baktıktan sonra yoluna devam etmek zorundadır.”

Elden Düşme Dünya’nın serbest mimar olarak çalışan isimsiz anlatıcısı, bir meslektaşının ölümü üzerine onun şirketinden gelen iş teklifini kabul eder. Böylece o güne dek kendisini uzak tutmaya çalıştığı modern dünyanın iş ve ilişkiler ağına, biraz da kendi rızasıyla düşmüş olur. Bir zaman sonra da kendisinin, yaşadığı aşkın, katlanmak zorunda olduğu işin, kısacası her şeyin âdeta “elden düşme” olduğu gerçeğini kavrar. İnsan olmanın kaderine kendince başkaldırdığı her seferde kararsızlık, çelişki ve pişmanlık yumağına hapsolurken, hayatı bir parça daha farsa dönüşür.

İç monologları, dünyayı ve yaşamı yorumlayışı, anlaşılmaz kararları ve eylemleriyle yine ele avuca sığmaz bir kahramanın romanı olan Elden Düşme Dünya, Tevfik Turan’ın Almanca aslından çevirisiyle. . .

 

KİTAPTAN ALINTI

En iyi idare ettiğim zamanlar, hayatın beni biraz kenara ittiğini hissettiğim zamanlardı. Beni kenara iten kimse yoktu, ama bütün etrafıma baktığımda şiddetle itici olduğunu hissettiğim çok insan vardı. Bu çelişkiyi anlamıyordum, ama keşfetmiş olmak bana iyi geliyordu. Fincanımı çevirdim, çünkü içindeki eşek arısı öbür yüze geçmişti. Fincanın şimdi bana dönmüş olan arka tarafının üst kenarında bulaşıkta temizlenmemiş ruj kalıntıları gördüm. Bir süre bu kirliliği sakince kabullenmeye çalıştım. Ama sonra dünyanın elden düşme haline ilişkin küçük bir tiksintinin içimde yine yükseldiğini hissettim. Garsonu çağırdım, kısaca şikâyetimi belirttim, hesabı ödeyip çıktım. Tiksintinin kaybolması için  küçük dükkânların vitrinlerini seyrediyordum. Bir ekmekçi dükkânının kapısında şöyle bir levha asılıydı: DÜNDEN KALAN NEFİS EKMEKLER – %50 İNDİRİMLİ. Şansıma, metnin anlamını hemen kavradım. Dünkü hayat yarı yarıya ucuz olmalıydı. Yarıya indirilmiş çağrı beni çekiyordu. Fakat ucuzlatılmış ekmekleri sormaya utanıyordum. Dükkâna girip diyemezdim ya: Şunu, şunu istiyorum; ama hepsi dünkünden olsun lütfen. Aklıma şu geldi: Kabak çekirdekli iki küçük ekmek istedim, satıcı tam bunları kese kâğıdına koyarken de sordum: Dünden kalma mı? Ben mi? diye sordu satıcı kadın ve güldü. Oo! diye bir ses çıktı ağzımdan. Ben gerçekten dünden kalmayım ama yine de bugünün insanıyım, dedi kadın. Cevap çok hoşuma gitti, aklıma yazmak istedim. İki şey, affedersiniz, dünden kalma olarak sadece kabak çekirdekli küçük ekmek istiyordum, dedim. Böylece memnun bir halde eve yollandım. Bir an için, eskiden, serbest çalıştığım zaman günün yarısı boyunca yaşadığım bir duygu geri geldi. O zamanlar bir günün, ancak ve ancak niyetsiz, plansız bir şekilde saatlerce turlayıp durmuşsam bana ait olduğu duygusunu yaşadığım anlar olurdu. Bu arada her zaman, insanların bugün de dün ve önceki gün yaptıkları şeyleri yapıp yapmadıklarını görmek isterdim sadece. Büyük şüpheler içinde dolaşan insanların çoğu gibi her şeyi çok çok az biliyordum. Ama şimdi, indirimli iki kabak çekirdekli küçük ekmekle eve dönmekteydim.