Acil Gerçekdışılıkta Maceralar

Max Blecher

“Ruhun belli derinliklerinde sıradan sözcüklerin hükmü yoktur. İşte buradayım ve yaşadığım krizlerin doğru bir tanımını yapmaya çalışıyorum, ama bulabildiğim tek şey imgeler.”
O zamanlarda deyim yerindeyse “altın çağ”ını yaşayan modernist romanın dev eserleri arasına, 1936’da Romanya’nın küçük bir kasabasında yazılan bir roman daha katılır: Acil Gerçekdışılıkta Maceralar.
Bu küçük hacimli başyapıtın yazarıysa “Ruhun belli derinliklerinde sıradan sözcüklerin hükmü yoktur,” diyen Max Blecher’dır.
Romanda genç bir adam, “gerçekdışılıkta maceralar” olarak adlandırdığı zihinsel buhranlar yaşamaktadır. Öyle ki, bir süre sonra tüm dünya onun için tamamıyla bir “imgeler toplamı” haline gelir ve gerçekdışı, gerçekten daha gerçeğe dönüşür: Avrupa’yı esir alacak karabasanı bile, tıpkı bir kâhin gibi, tüm açıklığıyla görür. Yine de, genç adam için “gerçekdışılıkta maceralar”ı anlamlandırmak, adlandırmak kadar kolay olmayacaktır. Yatağa mahkûmiyetinin sekizinci yılında ve ölümünden iki yıl önce kaleme aldığı bu başyapıtıyla Max Blecher’ı Musil, Schulz, Kafka, Pessoa gibi büyük modernist yazarların katına çıkaran Acil Gerçekdışılıkta Maceralar, Herta Müller ile Andrei Codrescu’nun önsözleri ve Suat Kemal Angı’nın çevirisi ile ilk kez Türkçede.

KİTAPTAN ALINTI

“HER NESNE KAPLADIĞI YERİ KAPLAMAK
ZORUNDADIR VE BEN DE OLDUĞUM KİŞİ
OLMAK ZORUNDAYIM
Herta Müller

 

Size bir kitap tanıtmak istiyorum, 1936 yılında Romanya’da ilk kez yayımlandığında ya da daha sonra 1970’te yeniden basıldığında kimsenin okumadığı, etkileyici bir kitap: M. Blecher’ın yazdığı Acil Gerçekdışılıkta Maceralar. Ve ilk Almanca edisyonu çıktığında, ki Ernest Wichner’in çevirisi ta 1990’da basıldı, onu da kimse okumadı; oysa 1990’a kadar Almanya’da yayımlanmış kitaplar arasında, yazınsal yoğunluk açısından Blecher’ın romanıyla kıyaslanabilecek yalnızca birkaç kitap vardı. Ama belki de bu yüzden, kitap daha geniş bir okur kitlesinin hiçbir zaman dikkatini çekmedi? Sizi ikna edebilmek adına, kitabın sözcülüğünü yapmayı kitabın kendisine bırakmak istiyorum "Turlayan kalabalıklar bölgeden bölgeye, aydınlıktan karanlığa dolaşırlardı, tıpkı bir coğrafya kitabında, sayfanın siyah beyaz bölgeleri arasında gidip gelen bir ay gibi,” cümlesiyle Blecher, bir panayırı gezen insanları betimler.

Başka hiçbir cümle onun kendi metnini daha iyi tanımlayamaz. Hikâyenin dışsal konusunu anlatmak kolay değildir; metin gerçekten de, birinci tekil şahıs ağzıyla yazılan, anlatıcının özgüven savaşının bir itirafa dönüştüğü taşkın bir iç monolog, iç dünyaya ait bir anlatının hiç durmadan devam eden yansımasıdır. Bu anlatıcı, küçük bir kasabada, yaz sıcağında aylak aylak dolaşan isimsiz bir ergendir. Herhangi bir amacı yoktur; Blecher’ın deyişiyle, yerler, insanlar ve nesneler dünyasının balmumundan yapılma gözetlenebilir hapishanesi ile kendisi arasındaki uyumu arıyordur.

Bu araştırma, yanıtı “beynin sahip olduğundan daha temel ve yoğun bir berraklık gerektiren” “korkunç” bir sorudan, “gerçekte ben kimim sorusundan” kaynaklanan ve krizler adını verdiği duygusal altüst oluşlar üretir. Blecher’ın anlatıcısı der ki: “Ve ben şeylerin yüzeyine amansızca geri dönerim. (…) Her nesnenin kapladığı yeri kaplamak zorunda olduğu ve benim de olduğum kişi olmak zorunda olduğum bu tür anlar dışında başka hiçbir zaman, asla bu denli berrak hissetmedim.”