Soğuk Deri

Albert Sanchez Piñol

Okuyup bitirdikten sonra bile peşimi bırakmadı. Müthiş bir kitap. - Enrique Vila-Matas Huzursuz eden, çekiç gibi inen, görkemli bir roman. - David Mitchell Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Antarktika yakınlarındaki küçük bir adaya, bir yıllığına yeni bir meteoroloji uzmanı gelir. Haritada bile zor görülen bu küçük adada bir kişi daha yaşamaktadır: Fenerin ketum görevlisi. Fakat iki kişilik bu ada, hiç de göründüğü kadar sakin değildir. Adanın gizemi ancak karanlık çöktüğünde ortaya çıkar. Soğuk Deri, imgelem gücü ve felsefi sorgulamalarıyla, insanın ”öteki” ile…


Hadula: Bir Ada Öyküsü

Aleksandros Papadiamantis

“Modern Yunan nesrinin en büyük yazarı.” Milan Kundera “Kurgunun mucizevi doğasını bize Hadula: Bir Ada Öyküsü gibi kitaplar gösterir.” Gabriel Josipovici Hadula, yaşadığı adadaki dertlilerin kapısını çaldıkları yoksul bir kadındır. Şifalı bitkilerden hazırladığı ilaçlarla şifa dağıtır hastalara. Ve yaşlı Hadula, sonunda her şeyin kökeni olan bir soruna da çözüm bulur: Yaşamak sorununa. Papadiamantis, dönemin sosyal ve ekonomik şartlarının -özellikle kadınlar üzerindeki- etkisini göstermekle kalmaz; suçun cezaya, iyiliğin kötülüğe karıştığı o gizemli bölgeye insan ruhunun adım adım nasıl çekildiğini de ustalıkla…


Nadja

André Breton

“Kimim ben?” Birçok şeyin yanında, en temelde bir arayışın romanı olan Nadja bu unutulmaz soruyla başlıyor. André Breton, Paris sokaklarında, gerçekle düş arasında gidip gelen, bir görünüp bir kaybolan ve hep biraz eksik görünen nadide bir “umut” kıvılcımını arıyor. Yazar, bu kıvılcımın görünür olduğu anlarda, ezoterik bir aşkın yoğun melankolisine kapılmaya ve en mahrem hallerini bir günce berraklığıyla ortaya sermeye, böylece kendi benliğinin en karanlık köşelerini aydınlatmaya başlıyor. Bu açıklık, arayışının belki de en can alıcı kısmını oluşturuyor. Nadja, gündelik…


Atocha'dan Ayrılış

Ben Lerner

Adam Gordon: Üniversiteyi bitirdikten sonra kazandığı "şiir bursu"yla İspanya'ya giden bir Amerikalı. Sorulursa İspanyol İç Savaşı ve şiir hakkında bir araştırma yaptığını söylüyor; ama kendi kişisel araştırmasından, örneğin derin bir sanat deneyiminin mümkün olup olmadığına dair sorgulamalarından kimseye bahsetmiyor. Sanatın doğasını veya klişelerini sadece iç sesiyle tartışıyor. Zaten ne yaptığını kendisi de pek bilmiyor. Edebî sahtekârlığının ne kadar da sahte olduğunu düşünürken sahici biri olup çıkıyor. Çoğu zaman dumanlı kafasıyla sadece etrafındaki insanlara değil, kendi kendisine de komik/trajikomik oyunlar oynuyor…


Arı Kovanı

Camilo José Cela

"Bayan Rosa, heybetli kalçasıyla müşterilere çarpa çarpa, kafedeki masaların arasında koşuşturur durur. 'Lanet olası! Tövbeler olsun!' diye sıkça mırıldanır. Onun dünyası kafeden ibarettir; evrenin geri kalanı ise kafenin çevresidir." Bayan Rosa'nın evreninin dışında yer alan kadınlar ve erkekler, birer ikişer onun dünyasına girerler: Dertli kadınlar ve dertli erkekler, birbirleriyle ve birbirlerinden konuşurlar orada. Kendileriyle birlikte acılarını, umutlarını, aşklarını ve her birinin bağlı olduğu hayatları da getirirler. Arı Kovanı onların dünyalarıyla dolar. Böylece Bayan Rosa'nın Madrid'deki kafesi sadece onun için değil,…


Kâğıt Ev

Carlos María Domínguez

Bazı insanlar kitap okumaz, bazıları okur ve kimileriyse okumakla kalmayıp onlarla birlikte yaşar. Kâğıt Ev, işte bu kitap tutkunlarından Carlos Brauer’in ve onun -bir edebiyat profesörü olan- Bruma Lennon’la olan gizemli ilişkisinin, bu ilişkinin gün yüzüne çıkmasına neden olan bir Joseph Conrad cildinin, kitap ve okuma aşkıyla dolu yaşamların hikâyesi... Arjantinli yazar Carlos María Domínguez’in, yayımlandığı her ülkede büyük ilgi uyandıran novellasını Seda Ersavcı İspanyolca aslından çevirdi. Peter Sís’in çizimleri ve Cem Ersavcı’nın kapak fotoğrafıyla, kalın ciltlerin arasında saklanacak bir…


Gözyaşları ve Azizler

Cioran

Gözyaşları ve Azizler, İsmail Yerguz’un çevirisiyle ilk kez Türkçede. Kitabın 1937'deki ilk basımında yer alan, fakat daha sonra yine Cioran tarafından çıkaralan bölümlerden yapılan bir seçki ile birlikte... CIORAN, bir inanç krizinin sonucu olan Gözyaşları ve Azizler’de, insanın derinliklerine, hatta uçurumlarına iniyor ve kendi deyimiyle gözyaşlarının kaynağını araştırıyor. Orada azizler ve azizelerle birlikte Bach’ı, Mozart’ı, Van Gogh’u, Dostoyevski’yi, Rilke’yi, Mevlâna’yı ve Şems’i buluyor. Sonra acının, ölümün, yalnızlığın, şüphenin ve umutsuzluğun doruklarına ulaşıyor yeniden. Belki de bu yüzden, tüm çelişkileri ve aşırılıklarıyla…


Emanet Çocuk

Claire Keegan

1980’lerin başında, İrlanda kırsalındayız. Küçük, isimsiz bir kız çocuğu, kendi ailesi tarafından daha önce hiç tanışmadığı çocuksuz Kinsella çiftine bırakılır. “Emanet çocuk”, yeni ve geçici evindeki ilk günlerinden itibaren kendi iç dünyası ve duygularını tanımanın yanı sıra, “aile” ve “ev” denilen şeylerin daha önce hiç tecrübe etmediği olanaklarını, özellikle de dalgalı yaşam denizindeki yol göstericiliğini ve iyileştirici yanlarını da keşfetmeye başlar. Çağdaş İrlanda edebiyatının en parlak isimlerinden Claire Keegan Emanet Çocuk’ta, bir kız çocuğunun gözünden İrlanda’nın yemyeşil vadileri ve parlak gökyüzüyle…


Böyle Küçük Şeyler

Claire Keegan

Bill Furlong, babasının kim olduğunu bilmeden büyüyen, karısıyla birlikte beş kızını borç harca batmadan okutup büyütmeye çalışan bir odun ve kömür tüccarıdır. Hayatın ağır yükü altında zaman zaman ezilse de Bill etrafında gördüğü meseleleri içten içe dert edinir. O yılın Noel’i yaklaşırken de kafalarını kaldıracak vakitleri yoktur; fakat Bill bir sabah manastıra siparişleri götürdüğünde, kömürlüğe kapatılmış bir genç kıza rastlar. Bu karşılaşma sadece ikisinin değil, belki de tüm kasaba halkının kaderini değiştirecektir. Ülkesinin toplumsal ve siyasi geçmişine, sıradan insanların hikâyelerine…


T. Singer

Dag Solstad

T. Singer “bir hiç kimsedir. Kendisine karşı bile bir hiç kimse, özellikle kendisine karşı.” T. Singer, 34 yaşında başkent Oslo’dan Notodden kasabasına, bir kütüphanede çalışmak ve böylece sıfırdan başlamak için gelmiştir. Aslında Singer’in hayatı, eylemde ve düşüncede, pek çok kez sıfırdan başlayıp başladığı noktaya geri dönmekten ibarettir; zira küçüklüğünde yaşadığı bir utancı hayatı boyunca farklı suretlerde tekrar tekrar yaşamış, yaşadıkça kabuğuna daha çok çekilmiş, kendi ruhunun izbelerine hapsolmuş, kendisi ve yaşam belirtileri giderek silikleşmiştir. “Toplum için bir kıymet” olmaktan çıktığının…


Armand V.

Dag Solstad

Armand V., görevini yıllarca “sadakatsiz biçimde, büyük bir sadakatle” yerine getiren bir Norveç diplomatı. Armand, başka ülkelerde savaşlara, karışıklıklara, acılara yol açan büyük makinenin küçük de olsa bir parçası olduğunun bilincindedir. Yine de görevine devam eder. Oğlu da bir gün asker olur ve o savaşlardan birine katılır. Artık ikisi için de bambaşka bir dönem başlar ve tüm olanlar, aslında hiç görmediğimiz bir romana düşülen dipnotlardan ibarettir. Yazılmamış metnin kendisi, Armand’ın uçup giden yaşamı gibi, uzaklarda bir yerlerde dolaşır. Olup biteni dipnotlarda ararız; gölgesine…


Bahçe, Küller

Danilo Kiş

Danilo Kiş başyapıtı Bahçe, Küller’de, II. Dünya Savaşı’nın arifesinde geçen çocukluk yıllarının; sürgün ve linç tehdidiyle oradan oraya sürüklenen ailesinden, özellikle de babasından yadigâr kalan travmaların, yersiz yurtsuzluğun, inişli çıkışlı ruh hallerinin, aranıp bulunamayan kurtuluş yollarının izini sürüyor. Kiş bu otobiyografik romanında, tüm dünyayı kasıp kavuran bir kıyametin savurduğu küllerin altında saklı kalmış, siyah beyaz bir aile albümünü aralar gibi, unutulmaz bir baba figürünün etkisinde geçmiş o yılları tekrar gün yüzüne çıkarıyor. Modern edebiyatta kaleme alınmış en şiirsel, en dokunaklı baba-oğul…


Wittgenstein'ın Metresi

David Markson

Dünya nedir? David Markson, Wittgenstein’ın bu sorusuna, elli dört kez reddedilen fakat sonra bir “kült”e dönüşen romanı Wittgenstein’ın Metresi’nde kurduğu “yeni bir dünya” ile cevap veriyor. Anlatıcı dışında bir insan yoktur bu dünyada. Fakat ikinci bir insanın olmaması, orada hiç kimsenin olmadığı anlamına gelmez: Filozoflar, yazarlar, ressamlar, müzisyenlerden oluşan kalabalık bir nüfusa sahiptir. Onların yapıtları, yaşamları ve dedikodularıyla tıka basa doludur. Sanatla dolu bir bilinçten süzülen ve “dünyadan arındırılmış bir dünya”dır burası. Wittgenstein’ın Metresi’ni Pelin Angı ve Suat Kemal Angı…


Umutsuzluğun Doruklarında

E. M. Cioran

Umutsuzluğun Doruklarında, Cioran’ın 23 yaşında, tam da uykusuzluk hastalığının başladığı yıllarda yazdığı ve onu filozoflar katına çıkaran; sonsuz dünya içindeki sonlu insanın anlamı, aşk, acı, sevinç, ölüm ve umutsuzluk hakkında, sert ve ele avuca gelmeyen fikirlerin yoğuştuğu bir kitap. Cioran’ın tüm felsefesinin ve üslubunun "kilit taşı" olarak nitelendirilen Umutsuzluğun Doruklarında, Orçun Türkay'ın çevirisiyle… "Cioran, gözlerimizi hiç durmadan insan varoluşunun hiçliğine yöneltmeye çalışmış, muhteşem bir asi ve boyun eğmez bir mizantroptu." –Norman Manea


Montano Hastalığı

Enrique Vila-Matas

Edebiyat bazen bir hastalıktır: Tedavisi yine kendisi olan bir hastalık. Ne var ki etkisi herkeste farklıdır bu hastalığın. Örneğin Montano, artık yazmayı bırakan yazarlara dair romanını bitirdikten sonra tek bir cümle bile kuramaz olur. Ona yardım etmek isteyen babası içinse gerçek hayat ve edebiyat birbirine girmiştir zaten. Şehirler ciltlere, günler sayfalara ve şahsi anılar edebi anektodlara karışır. Her şey o denli birbirine girer ki, muzdarip olduğu derdi anlatan yazarın romanında türler bile iç içe geçer. Anlatıcımızın satırları yer yer günlüğe,…


Cam Arılar

Ernst Jünger

Bir zamanların süvari yüzbaşısı olsa da, artık beş parasız olan Richard, iş bulmak için ordudan arkadaşı Twinnings’in yardımına başvurur.  Fakat artık devir değişmiştir: Atların yerini tanklar, kahraman askerlerin yerini iş adamları almıştır. Neyse ki Twinnings, Richard için gizemli bir mucit ve iş adamı olan Zapparoni ile bir görüşme ayarlar. Zapparoni otomat üretiminden film endüstrisine birçok alanda muazzam bir güce sahiptir ve bazı işler için Richard gibi birine ihtiyacı vardır.  Görüşme, Zapparoni’nin hem teknoloji harikalarıyla dolu hem de tamamen doğayla bütünleşmiş malikânesinde yapılacaktır.…


Çelik Fırtınalarında

Ernst Jünger

I. Dünya Savaşı’na genç bir teğmen olarak katılan Alman edebiyatının büyük ve tartışmalı ismi Ernst Jünger, bu savaştan on dört yara, beş madalya ve birçoklarınca “belki de yazılmış en iyi savaş anlatısı” olarak tanımlanan bir başyapıtla, Çelik Fırtınalarında ile döner. Kitap yayımladığında henüz yirmi beş yaşında olan Jünger için, savaş edebiyatına bambaşka bir boyut kazandırmasından dolayı “20. yüzyılın Homeros’u” bile denilmiştir. Çelik Fırtınalarında, yazıldıktan tam bir asır sonra, Tevfik Turan’ın Almanca aslından çevirisiyle ilk kez Türkçede...


Eumeswil

Ernst Jünger

Ernst Jünger’in Nazi Almanyası üzerinden faşist ve totaliter rejimlere karşı giriştiği, hayatının sonuna kadar da bitmek bilmeyen düşünsel ve edebî kavgasının en teferruatlı eserlerinden Eumeswil, tam olarak bilinmeyen bir gelecekte Condor isimli bir tiranın Tribünleri devirip hüküm sürmeye başladığı kale-ülkenin de ismidir. Kalenin gece kulübünde garsonluk yapan ve Condor’un maiyetinde yer alan Manuel Venator aynı zamanda bir tarihçidir ve Condor’un iktidarına karşı kendi bireysel direnişini hem teoride hem pratikte örgütlemeye çalışan bir “anark”tır. Bu doğrultuda, garson, tarihçi ve anark olarak edindiği gözlem…


Aşk Neden Acıtır

Eva Illouz

Günümüzde sadece az sayıda insan, yakın ilişkilerin neden olduğu şiddetli acıdan kaçabilmiştir. Bu acılar çok çeşitlidir: Prens/prenses bulma yolunda öpülen çok sayıda kurbağa; internet üzerinden, işe yaramayan çok sayıda arayış, barlardan, partilerden ya da tanışma randevularından yalnız dönmek gibi. Acı, bir ilişki kurulduğunda da yok olmaz, çünkü kişi ilişki yaşarken de can sıkıntısı, kaygı ya da öfke hissedebilir; acı verici tartışmalar ve çatışmalar yaşayabilir ya da sonunda kafa karışıklığı, kişinin kendisiyle ilgili şüpheleri ve ayrılıklar ya da boşanmalar nedeniyle depresyon…


Cathay

Ezra Pound

Ezra Pound'un imgeciliğin manifestosunu açıkladığı üç maddesinden ikincisi şöyleydi: Sunuşa katkısı olmayan tek bir sözcüğün bile kullanılmaması. Cathay'i başka bir ustanın, Ülkü Tamer'in çevirisiyle ve tek sözcükle sunuyoruz: Başyapıt.


Uzun Yürüyüş'te Mao'nun Maceraları

Frederic Tuten

Mao, Çin İç Savaşı sırasında meşhur Uzun Yürüyüş'ünü yapar. Frederic Tuten, yıllar sonra bu olayı kendisine has bir şekilde anlatır: İşin içine Hemingway, Kerouac, Herman Melville veya Oscar Wilde'ı da karıştırır. Pastiş ve kolajlar yapar, bazı metinlerin parodilerini yazar, mizahını esirgemez. Sonunda, olağanüstü nükteli, bozguncu ve Amerikan pop art hareketinin ikonu olan bir roman çıkar ortaya. Tuten'in Türkçe baskı için yazdığı önsöz ve Gökhan Aksay'ın çevirisiyle... "Frederic Tuten, insanı acımasızca kahkahalara boğan bir kitap yazmış. Uzun Yürüyüş'te Mao'nun Maceraları, Amerikan…


Sadık Ruslan

Georgi Vladimov

Cehennemi, onu cennet sanan bir köpeğin gözünden anlatmak: Kitabın amacını böyle tanımlıyor Vladimov. Sovyet dönemi Rus edebiyatının tıpkı Bulgakov, Platonov gibi değeri çok sonradan anlaşılan dehası Georgi Vladimov'un başyapıtı Sadık Ruslan, yazıldığı yıl (1965) siyasi nedenlerle yayımlanamadı. Fakat mücevher değerindeki bu kitap samizdat yoluyla elden ele dolaşarak zamanla bir kült mertebesine yükseldi ve ancak 1975'te Batı Almanya'da sansürsüz tam metin halinde yayımlanabildi. Sibirya'daki mahkûm kamplarından birinde özel eğitimli, sahibine ve Görev'e sonsuz sadakatle bağlı bir köpektir Ruslan. Ancak bir gün,…


Körler Kıssası

Gert Hofmann

Prospero Kitaplığı • 9 Belçika’da bir Orta Çağ kasabasında, sabahın erken saatlerinde altı kör dilencinin uyuduğu  ahırın kapısı çalınır ve kendilerinden resimleri yapılacağı için hazırlanmaları istenir. Fakat tıpkı körler gibi, bu haberi verenler de körlerin resimlerinin kim tarafından veya neden yapılacağını bilmemektedir. Böylece körlerin yürüyüşü başlar. Belçikalı ressam Pieter Bruegel’in dünyaca ünlü Körler Kıssası (1568) tablosundan esinlenerek kaleme alınan Körler Kıssası’nda, tablonun yaratılış süreci, resmedilen altı körün bakış açısından, bu altı kör sanki yekvücutmuşçasına birinci çoğul şahıs ve şimdiki zaman kipiyle anlatılır. Hofmann’ın…


Felaketzedeler Evi

Guillermo Rosales

Küba’nın 47 yaşında intihar eden dâhi yazarı Guillermo Rosales’in, ağır bir şizofreniden muzdarip olduğu günlerde kaldığı zamanlardakine benzeyen bir bakımevini anlattığı Felaketzedeler Evi’nin baş karakteri William Figuares, –yine tam da yazar gibi– Küba’dan Miami’ye gelmiş sürgün bir yazardır. Ama halası, onu göçmenlerin çoğunlukta olduğu “bakımevi”ne yerleştirince burada bambaşka bir dünya bulur: Tersine işleyen bir Amerikan rüyası. “Dışarıda bakımevi diyorlardı oraya, ama mezarım olacağını biliyordum ben,” der William burası için. “Hayattan umudunu kesmiş insanların sığındığı, kıyıda köşede kalmış barınaklardan biriydi. Kaçıklar…


Séraphita

Honore de Balzac

"Çoğu kez insana, daha önce içinde yaşadığı hataların tam karşıtı olan erdemleri edinmesi için bütün bir hayat daha gerekir." İnsanlık Komedyası'nın bugüne dek Türkçede eksik kalmış mistik temel taşlarından biri olan bu romanda, bazen Séraphita isimli zarif bir genç kıza, bazense Séraphitus adlı genç bir erkeğe dönüşen meleksi ve göksel kahraman; ruh, Tanrı, inanç, kadın ve erkek ilişkileri hakkındaki fikirleriyle iki yüz yıla yakın bir süredir insanlığı büyülüyor. Balzac'ın, tıpkı ilk sayfalarda harikulade bir anlatımla bahsettiği o zor iklimleri ve…


Yılanlarla Dans

Horacio Castellanos Moya

İç savaştan henüz çıkmış bir ülke, sosyoloji mezunu işsiz bir genç, sarı Chevrolet'sinde yaşayan gizemli bir adam ve dört dişi yılan: Beti, Loli, Valentina, Carmela. Tüm bunlar, Latin Amerika'nın son yıllarda çıkardığı en sert ve aykırı yazarlardan Horacio Castellanos Moya'nın grotesk hayal dünyasında gerçeküstü bir hikâyeye dönüşüyor. Havalı cümleler ve ucuz benzetmelerden uzak akıcı anlatımıyla, çivisi çıkmış dünyanın karşısına ondan daha delirmiş bir dünya çıkaran Moya'nın en ilginç romanlarından Yılanlarla Dans'ı İlker Özünlü İspanyolca aslından çevirdi. "Moya'yı okuyanlar, onu şehir…


Rüyalar Sarayı

İsmail Kadare

Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme döneminde, devletin geleceğini tahmin etmek ve olası saldırıları, komploları, sabotajları engellemek için “Tabir Sarayı” isimli bir rüya bakanlığı kurulur. Ülkenin en ücra köşelerinde yaşayan insanların bile gördükleri rüyalar burada toplanır, elenir, tasnif edilir ve yorumlanır. Gedikli Qyprilli (Köprülü) ailesinin genç üyesi Mark-Alem de burada işe başlar ve onunla birlikte bu devlet kurumunun sırlarla dolu labirentli koridorlarına giriş yaparız. Kadare, alegorik romanı Rüyalar Sarayı’nda, çözülme ve dağılma aşamasındaki bir imparatorluğun kötü gidişatı durdurmak için son çare olarak metafiziğe, gerçek-ötesine…


Güneş Çarpması

İvan Bunin

Güneş Çarpması, sürgündeki Rus edebiyatının belki de en büyük ismi, kendinden sonraki Rus yazarları, hatta sanatçıları da derinden etkilemiş olan İvan Bunin’in on öyküsünü bir araya getiriyor. Bunin ve öyküleri, kendi deyimiyle, “Eski Dünya’ya, Gonçarov ve Tolstoy’un, eski Moskova ve St. Petersburg’un Rusya’sına ait” bir dünya sunuyor bize. Aşk, ölüm ve kaybetme korkusu, insanoğlunun geçiciliği gibi temaları kimi zaman mistik öğelere de yer vererek ama her daim melankolik bir haletiruhiye içinde işleyen Bunin, Nabokov’un deyimiyle “renklerin en güçlü ustası”dır. Nobel…


Batır Gitsin Derin Sulara

J. M. Ledgard

Afrika'da kendisini "su yapıları uzmanı" olarak tanıtan İngiliz casus James More ile su altı uzmanı matematikçi Danielle Flinders'ın yolları bir Noel günü Hotel Atlantic'te kesişir. Sulara ve dünyaya dair konuşulur, birkaç günlük bir aşk yaşanır ve yollar ayrılır. James, Afrika'da El Kaide'ye esir düşüp ölüm kalım düşüncelerine gömülmüşken Danielle tüm bunlardan habersiz okyanusların derinliklerine dalar ve yaşamın gizemini araştırır. Birbirlerinden uzakta, ikisinin de içten içe hissettikleri otelde yaşadıkları ile aynıdır. Yaşamın garip kurgusu, heyecan verici ama karmaşık duygular ve akıp…


Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın

J. Tanizaki

Fukuko, tam da kocası Şozo ile yeni bir hayata başladığı günlerde kocasının eski karısı Şinako’dan bir mektup alır. Yuvası dağıldıktan sonra “kırık bir çanak” bile almayan bu kadın, duygu yüklü mektubunda tek bir şey istemektedir: Şozo’nun deliler gibi sevdiği kedisi Lili’yi.İlk bakışta, masum bir istektir elbette bu. Ne var ki Lili -tüm kediler gibi- girdiği hayatların en olmadık yerlerine kıvrılmıştır ve dâhil olduğu yaşamların karanlık köşelerinde gezinmeye başlar mektupla birlikte. Biten ilişki için umut, diğeri içinse endişe kaynağıdır.  Böylece, başlı…


Taşrada Bir Ay

J.L. Carr

"Orada kalsaydım, bir ömür mutlu olabilir miydim? Sanmıyorum, hayır. İnsanlar göçer, yaşlanır, ölür ve her köşebaşında bir başka güzellikle karşılaşmaya duyulan o aydınlık inanç söner, tükenir. Ya şimdi ya da hiçbir zaman; mutluluğu ancak havada uçuşurken yakalayabiliriz, yakalayacaksak." Tom Birkin, I. Dünya Savaşı’nın en kanlı çarpışmalarına sahne olan Passchendaele’den muharip gazi olarak ülkesine dönmüş, hayatı kaldığı yerden tekrar yakalamaya çalışmaktadır. Bir kilise duvarındaki, Orta Çağ’dan kalma freskin gün yüzüne çıkarılması işi için Kuzey Yorkshire’daki Oxgodby kasabasına gelir. İlk başta, bir…


Salamina Askerleri

Javier Cercas

Javier Cercas'ın, İspanyol iç savaşının önemli isimlerinden Sánchez Mazas'ın "can alıcı" hikâyesini anlattığı Salamina Askerleri, Gökhan Aksay'ın özenli çevirisiyle ilk kez Türkçede. Sánchez Mazas'ın ölümden nasıl kurtulduğunu ve savaş günlerinde neler yaşadığını araştıran Javier Cercas, bir boyut daha geliştirerek romanın yazılışını da anlatı unsuru olarak ustalıkla kullanıyor. Salamina Askerleri, dünya edebiyatının en önemli modern klasiklerinden biri... "Olağanüstü bir kitap... Uzun zamandır okuduklarım arasında en iyisi..." Mario Vargas Llosa "Baştan çıkarıcı doğrudan anlatımı ve zarafetiyle Javier Cercas, modern Avrupa edebiyatındaki birçok…


Çöl ve Tohumu

Jorge Baron Biza

Yüzüne eski kocası tarafından asit atılan Eligia isimli bir kadının hastaneye götürülüş sahnesiyle açılır Çöl ve Tohumu. Yanında, roman boyunca bize anlatıcı olarak eşlik edecek Mario da vardır. Tedavi süreci Eligia ile Mario’yu Milano’ya sürükler ve Eligia’nın hasarlı yüzü titizlikle yeniden inşa edilirken Mario da bakım görevinden artakalan zamanında şehrin sokaklarını, barlarını, gece kulüplerini, fahişelerini, kodamanlarını ve kendi hasarlı karakterinin karanlık taraflarını keşfe çıkar. Eligia tedaviye cevap verdikçe Mario fark eder ki çölleşen sadece Eligia’nın yüzü değildir, tıpkı iyileşmeye veya umuda…


Yara İzleri

Juan Jose Saer

Mesleğinin henüz başında genç bir gazeteci, işini bırakıp varını yoğunu kumara veren bir avukat, dünyaya karşı tiksintiyle dolmuş bohem bir hâkim ve karısını öldüren “sendika hırsızı” bir işçi… Yara İzleri’nde, bir cinayetin çemberine girip çıkan bu dört insanın öyküsü kendi gözlerinden, tıpkı parçalanmış yaşamları gibi dört bölümde anlatılır. Zaman zaman bir araya gelmelerine sebep olan bir cesede rağmen, bu kişilerin ortak noktası ceset karşısındaki korkunç kayıtsızlıklarıdır; çünkü gerçekte anlatılan bir cinayetten çok, cinayete kurban gitmiş bir toplumun bireylerinin parçalanmışlığı, yaralanmışlığıdır.…


Kimsesiz

Juan José Saer

16. yüzyılda bir İspanyol gemisi Hint Adaları’na doğru sefere çıkar, fakat bilinmedik bir yere ulaşır. Topraklarına ayak basanları oklarıyla karşılayan yerliler sadece geminin miçosuna dokunmazlar ve cesetlerle birlikte onu da yanlarında götürürler. Artık hayatının uzunca bir bölümünü onların yanında geçirecektir miço. Yaşadıklarını yıllar sonra kaleme alan anlatıcımız, ahlaki bir sorgulama içine girer ve vahşi dünyayla medeni dünyayı karşı karşıya getirir. Juan José Saer bu hafıza tazeleme ve sorgulama işlemi sırasında, kendi yaşadığı dönem ile anlatıyı kurduğu beş yüzyıl önceki zaman…


Şanghay Büyüsü

Juan Marse

İç savaş sonrası Barselona’nın fakir bir arka mahallesi: Dağılmış aileler, huzursuz yetişkinler, babasız çocuklar, karanlıktan çıkıp gelen tekinsiz tipler… Tüm bunların ortasında kalan on dört yaşındaki Daniel hem tatlı bir kaçık olan yaşlı Kaptan Blay’a göz kulak olmakta, hem veremli güzel Susana’ya evinde arkadaşlık etmekte hem de kızın, uzaklarda bir yerlerdeki babası Kim’le ilgili hayallerini paylaşmaktadır. Ta ki bir gün Forcat adında biri çıkıp gelene kadar... İspanyol edebiyatının dev ismi Juan Marsé’nin toplumsal parçalanmışlıkları ve yitirilmiş düşleri en iyi anlattığı…


Naomi

Juniçiro Tanizaki

Na-o-mi: Üç hece, iki insan/medeniyet, bir başyapıt. Bir yönüyle daha önce yazılmış bir Japon Lo-lee-ta... Doğu ve Batı, sevgi ve öfke, aşk ve gurur, kadın ve erkek, insan ve insan arasında yaşanan gerilimlere dair bir temel roman... Naomi, Batı hayranlığından yozlaşmaya, saplantıdan budalalığa ve hazdan işkenceye (veya tam tersi) ilerleyen hikâyesiyle, Juniçiro Tanizaki'nin neden yirminci yüzyılın en önemli yazarlarından biri olduğunu da anlatıyor.


Semenderlerle Savaş

Karel Çapek

Dünyanın sürüklendiği cehennemi II. Dünya Savaşı’ndan çok önce fark eden yazarlardan Karel Çapek'in Semenderlerle Savaş'ı, kapitalizme ve ona koşut yükselen faşizme karşı bir uyarı niteliğinde… 1936'da yayımlanan bu başyapıt sadece içeriğiyle değil, biçimsel açıdan da öncü bir eser. Farklı anlatım teknikleri, epik-absürt öğeleri ve kara mizahıyla distopik roman türünün 20. yüzyıldaki en önemli örneklerinden biri olarak kabul edilen Semenderlerle Savaş, Ekin Uşşaklı'nın çevirisiyle… "Çapek'in Avrupa'daki cehennemî delilikle ilgili satirik görüşleri kesinlikle büyüleyici." —Thomas Mann "Semenderlerle Savaş hiçbir zaman unutulmayacak… Çapek, romanlarıyla totaliter bir dünyanın dehşet verici…


Hawthorn ile Child

Keith Ridgway

Hawthorn ile Child, Kuzey Londralı iki polis dedektifi. Şehirde birtakım suçlar işleniyor ve iki dedektif kanıtların peşine düşüyor. Gecenin içine doğru hızla yol alıyorlar. Arabayı Child kullanıyor, fakat araba hareket etmiyor. Hawthorn ise genellikle ya rüya görüyor ya da ağlıyor. Bir süre sonra, olayların gizemini çözmesi gereken Hawthorn ile Child'ın kendileri birer gizeme dönüşüyor. İkili, roman boyunca kah bir hayalet arabanın kah bir kurt sürüsünün arasından bir görünüp bir kayboluyor. Şüpheliler yerlerini ilginç karakterlere bırakıyor. Polisiye vakalar, absürt olaylara dönüşüyor.…


Hızlandıkça Azalıyorum

Kjersti Skomsvold

"Yeryüzünde yaşadığın her mutlu an kederle ödenmek zorundadır." Son yıllarda Norveç'in çıkardığı en güçlü yazarlardan Kjersti Skomsvold, şiirsel ve dokunaklı romanıyla Türkçede. Mathea'nın yaşam ve ölüm, yaşlılık ve yalnızlık hakkında inceliklerle örülü zarif hikâyesi... Derinlikli bir melankoli, farklı bir mizah, küçük kelimeler, kısa cümleler, ufak paragraflar ve büyük bir yetenek... Norveç'te yayımlandığı yıl Tarjei Vesaas Ödülü'ne layık görülen Hızlandıkça Azalıyorum'u, Deniz Canefe Norveççe aslından çevirdi.


33

Kjersti Skomsvold

K., sorunlu öğrencilerden oluşan bir okulda matematik öğretmenliği yapıyor. Doğum gününde öğrencileri yaşını sorduğunda "33" diyor, "İsa'nın yaşındasın," diyerek ölüm vaktinin geldiğini hatırlatıyor ona öğrencileri. Oysa, sevgilisi Ferdinand'ın intiharıyla zaten bir parça ölen öğretmenlerinin, akciğer nakli beklediğinden haberleri yok. Eğer uygun bir akciğer bulunamazsa K.'nın yaşamla göbek bağı kopacak. "Öteki taraf"taki Ferdinand ise boş durmuyor: K.'yı yazar Samuel'le yakınlaşmaya, bir roman yazmaya ve bir bebek sahibi olmaya teşvik ediyor sürekli. Fakat K., bebeğe bakabileceğinden emin değil, tıpkı hayatta kalıp kalmayacağını…


Neden Hiçbir Şey Yok da Bir Şey Var?

Leszek Kolakowski

Son yüzyılın son filozoflarından Kolakowski ile, soruların yörüngesinde ilginç bir felsefe yolculuğu: Neden Hiçbir Şey Yok da Bir Şey Var? Leibniz'in meşhur sorusunu kitabına başlık olarak seçen Leszek Kolakowski, felsefe tarihinin otuz büyük ismini mercek altına yatırmaktan daha çok, onlara âdeta bir çiçek dürbününden bakıyor: Her filozofu, felsefe tarihine kazandırdığı sorusu ışığında inceliyor. Sıkı metinler sunuyor, ama okurunu sıkmıyor. Hatta, her filozofun kusursuzmuş gibi görünen felsefi sistemini anlattığı yazılarını sorularla bitiriyor ve böylece okurlarını da felsefi bir sürece davet ediyor.…


Evler, Cinler, Perdeler

Lyudmila Petruşevskaya

Rus edebiyatının yaşayan efsanesi olarak kabul edilen Lyudmila Petruşevskaya, “yaşamın gölgesi”nin üzerine düştüğü insanların –özellikle de kadınların– yazarıdır. Yaşamın zorlukları, tuhaflıkları ve gizemi karşısında şartlar ne olursa olsun ayakta kalıp yola devam etme gayretindeki insanların öykülerini bazen gerçeklik içinde bazen de gerçekliği aşarak âdeta masalsı bir dünyada anlatır. Bu dünyada, sıradan ile sıradışı arasındaki görünmez perdeyi her aralayışında yeni, taze bir ışığın yenilmez insan iradesi üzerindeki yansımasını benzersiz bir biçimde, nakış gibi işler. Petruşevskaya’nın öyküleri aynı zamanda, hem etimize batıp canımızı…


Mezarımdan Yazıyorum

Machado de Assis

Her yaşam biriciktir. Her yaşam öyküsü de öyle... Brás Cubas'ınki ise biraz daha biriciktir. Ne de olsa, Latin Amerika edebiyatının en iyi romanlarından birinin kahramanıdır. Üstelik kendi hayatını ölümünden sonra anlatan bir karakterdir Brás Cubas. Sıkıcılığı bu dünyada bırakmıştır. Kendi hayatını neşe kalemi ve hüzün mürekkebiyle yazar. Bazen okurdan içtenlikle özür diler, bazense onu erdem budalası olmakla suçlar. Bir yandan, hata bulmak için yanıp tutuşan eleştirmenle dalga geçer, diğer taraftan kendi kitabının -okurun pek de hoşuna gitmeyecek- kusurunu bizzat kendisi…


Hayatım

Marc Chagall

CHAGALL, HAYATINI ANLATIYOR. Bir sanatçı nasıl doğar? Eğer Chagall'ın doğumundan bahsediyorsak cevap hazır: Ölü. Chagall'ın otobiyografisi Hayatım, ressamın doğarkan çıkan yangın sonucu "ölü doğumu"nu ve hayata dönüşünü anlatan satırlarla açılıyor. Sonrasında ise bir sanatçının doğuşuna kendi ağzından tanıklık ediyoruz. Chagall, tüm tablolarına sinen Vitebsk'i ve ailesini, tıpkı kendi resimlerinde olduğu gibi, düzyazıda da kendisine has bir üslupla anlatıyor. Etkileri İkinci Yeni şiirine dek uzanan Chagall, sanatçı olmanın bir sanat kolundaki yetkinlikten daha fazlası ve bir "duyuş farkı" olduğunu gösteriyor Hayatım'da.…


Acil Gerçekdışılıkta Maceralar

Max Blecher

“Ruhun belli derinliklerinde sıradan sözcüklerin hükmü yoktur. İşte buradayım ve yaşadığım krizlerin doğru bir tanımını yapmaya çalışıyorum, ama bulabildiğim tek şey imgeler.” O zamanlarda deyim yerindeyse “altın çağ”ını yaşayan modernist romanın dev eserleri arasına, 1936’da Romanya’nın küçük bir kasabasında yazılan bir roman daha katılır: Acil Gerçekdışılıkta Maceralar. Bu küçük hacimli başyapıtın yazarıysa “Ruhun belli derinliklerinde sıradan sözcüklerin hükmü yoktur,” diyen Max Blecher’dır. Romanda genç bir adam, “gerçekdışılıkta maceralar” olarak adlandırdığı zihinsel buhranlar yaşamaktadır. Öyle ki, bir süre sonra tüm dünya onun…


Mektupların Romanı

Mihail Şişkin

“Bugüne kadar başından geçenlerin sözcüklerle anlatılabileceği fikrine kapılırsan, bil ki başından hiçbir şey geçmemiş demektir.” Vovka, bir mektubunda böyle seslenir Saşenka’sına. Kelimelerin yetersizliğinden bahseder. Ne var ki, elinde kâğıt ve kalemden başka bir şey yoktur. Kendi hayatı ile “hayat” arasında açılan uçurumu mektuplarla aşmaya çalışır. Tıpkı, sevgilisi gibi… Vovka, savaşın ortasından, Çin’in kuzeyindeki cephelerden yazar. Onun biricik Saşenka’sıysa uzaktan bakıldığında sıradan görünen -fakat hiç de öyle olmayan- hayatını ve kendi yaşam savaşını anlatır. Birbirlerinden uzak iki insan, kendilerinden ve geçmişlerinden…


Mürekkep Lekesi

Mihail Şişkin

Mihail Şişkin, öykülerinde “dünyanın dağılıp gitmesini engelleyen damarlar”dan besleniyor. Kendisinin ve çağının gerçeklerini, çok az yazarın sahip olduğu canlı bir hayal gücüyle, yeni bir perspektiften sunmayı başarıyor. Şişkin, büyük idealler uğruna hayatlarından ve aşklarından vazgeçmiş devrimcilerden Sovyetler Birliği’nin dağılışını yaşayan insanlara uzanan geniş bir yelpazede, başta Gogol ve Çehov gibi büyük Rus öykücülerin görkemli mirasına yakışır bir dünya yaratıyor. Çağdaş Rus edebiyatının büyük ismi Şişkin’in farklı zamanlarda yayımlanmış sekiz öyküsünü bir araya getiren Mürekkep Lekesi, Erdem Erinç’in Rusça aslından çevirisiyle…


Madenci

Natsume Soseki

“Burası cehenneme açılan kapıdır. Girebilecek misin?” Madenci’nin isimsiz anlatıcısı, kafasında tehlikeli düşünceler ve ayağında hasır sandaletlerle ormanda yürürken, hiç tanımadığı Çozo’nun “İş lazım mı genç adam?” çağrısına kulak verir. Bu sese niye karşılık verdiğini pek anlayamaz aslında, neden sonra “Ne tuhaftır ki insan ruhu sonsuzluğa sürüklenmeye hazır da olsa, birisi seslenince hâlâ bir yerlere bağlı olduğunu fark ediveriyor,” diyerek açıklar bu durumu. Fakat tuhaflıklar bununla sınırlı kalmaz ve kendisini Çozo’nun ardından bakır madenine doğru giderken bulur. Tokyolu kibar bir ailenin…


Sessizlik ve Gürültü

Nihad Sîris

Yazar Fethi Şiyn, ülkenin mutlak hâkimi olan Lider’in iktidara gelişinin yirminci yıl kutlamalarının yapıldığı sıcak bir güne açar gözlerini. Tıpkı diğer sabahlarda olduğu gibi, propaganda şarkılarının gümbürtüsü sloganların kükreyişine karışmıştır. Düşündüklerini baskı nedeniyle yazamayan ama istenildiği gibi yazmaya da yanaşmayan ve sessiz kalan Şiyn, ülkenin doğal gerçekliği haline gelmiş bunaltıcı karmaşadan bir parça uzaklaşabilme umuduyla kendisini sokağa atar. Ne var ki polis tarafından dövülen bir öğrenciyi kurtarmaya çalıştığında “uzun bir gün”ün başlangıcında olduğundan habersizdir. Şiyn, “bilinmeyen” bir Arap ülkesindeki zamanın…


Tanrısız Gençlik

Ödön von Horváth

Hayatın her zerresine ince ince sızmış faşizm, genç bir öğretmeni "vatan"a veya vicdanına ihanet etmeye zorlar. Devrin hâkim değerlerini ayakları altına alıp hakikate doğru attığı her adımda, güncelliğini hiç yitirmeyen sorular sorar genç öğretmen: Karanlık zamanlarda sormak ve cevaplamak için cesaret gerektiren sorular. Uzun bir süre boyunca hak ettiği değeri göremese de, Almancanın yirminci yüzyıldaki en önemli yazarlarından biri olduğu hiç unutulmayan Ödön von Horváth, çocukların bile masumiyetlerini kaybettikleri bir çağı anlatıyor Tanrısız Gençlik'te. Tanrısız Gençlik, Oktay Değirmenci'nin Almanca aslından…


Aeneis

Publius Vergilius Maro

Arma virumque cano Dünya edebiyatının en büyük eserlerinden olan Aeneis işte bu ünlü cümleyle başlıyor: “Savaşların ve bir yiğidin şarkısını söylüyorum.” Roma bir yandan silahlarla, savaşlarla büyüyüp genişlerken diğer yandan ruhsal temellerini ve ufkunu oluşturan büyük bir şaire de sahipti. Ve bu şair, Aeneis ile Roma’ya bir kök, Latinceye bir dil panteonu, gelecek kuşaklara ölümsüz bir öykü bıraktı. Aeneis, ondan etkilenen büyük ustalar ve onun kaynaklık ettiği hikâyeler sayesinde zaman geçtikçe Batı edebiyatının temel metinleri arasındaki yerini sağlamlaştırdı ve T.…


Bayan Caliban

Rachel Ingalls

“Ingalls’ın hayal gücünün ve imgeleminin nesre dönüştüğündeki sahiciliği şaşırtıcıdır. Bayan Caliban, kayda değer bir sonuca ulaşmayan bir aşk hikâyesinin tüm acı-tatlı görünümlerini, melankolisini içinde barındırır.” Joyce Carol Oates “Gerilimi bir an bile azalmayan, son derece ustalıklı yazılmış bir eser.” Ursula K. Le Guin   Dorothy, ev işlerinin tekdüze akışı ve evliliğindeki eşitsizliğin yıkıcılığı içinde yuvarlanıp gitmektedir. Bir akşam yine yemek hazırlamak için mutfağa girdiğinde, denek olarak kullanılmak üzere hapsedildiği enstitüden kaçan Larry isimli devasa bir yaratıkla karşılaşır. Bu karşılaşma ile birlikte…


Vahşi Hayat

Richard Ford

Sarf etmek istemeyeceğiniz bazı sözcükler vardır, mühim sözcükler, parçalanmış hayatların sorumlusu tutulabilecek sözcükler, mahvolmaması gereken ve mahvolmasını kimsenin istemediği ama mahvolmuş bir şeyi onarmaya çalışan ve yine de onaramayan sözcükler. Tüm gördüklerimi babama anlatmak ya da tek kelime etmeyeceğime dair bana güvenebileceğini anneme söylemek bu türden sözcükleri gerektiriyordu; büyük resimde hiçbir işe yaramayacağı için hiç söylenmemesi daha iyi olan sözcükleri. On altı yaşındaki Joe Brinson anne babasıyla Montana’nın Great Falls şehrine taşınır. Babası Jerry, iş adamlarının rağbet ettiği bir golf kulübünde,…


Jamaika'da Bir Fırtına

Richard Hughes

Bir macera romanından çok daha fazlasını vadeden, psikolojik roman türünün de çarpıcı bir örneği sayılabilecek Jamaika’da Bir Fırtına, çocukluğun “belli bir vücudun içine tıkılmış ve belli bir çift gözün ardına yerleşmiş olmaktan başka” hangi anlamlara gelebileceğinin, dünyayı keşfederken yaşanan o ilk “deprem”lerin izini sürüyor. Richard Hughes bu romanında, yıkıcı bir fırtına sonrası aileleri tarafından Jamaika’dan İngiltere’ye gönderilen bir grup çocuğun geçirdiği fiziksel ve zihinsel dönüşümlerin izini sürerken, çocuk ruhunun derinliklerindeki ürpertici ve tuhaf boyutları da eşelemekten hiç çekinmiyor. Hughes bu eşsiz…


Tütüncü Çırağı

Robert Seethaler

1937 yazının son günleri... Göl kıyısındaki küçük bir kasabada yaşayan on yedi yaşındaki Franz, annesinin isteğiyle “eski bir tanıdık” olan tütün mamulleri satıcısı Otto Trsnjek’in yanına, Viyana’ya gider. Böylece hem bir meslek edinecek hem de Viyana gibi bir yerde daha iyi bir gelecek kurabilecektir. Genç Franz bir yandan mesleğin inceliklerini öğrenirken bir yandan da dükkâna uğrayan ünlü tiryakilerle tanışır. Bu müşterilerden biri olan Profesör Sigmund Freud ile dostluk kuran Franz, Anezka adlı gizemli bir kıza âşık olduktan sonra profesörle görüşmeyi…


Jakob Von Gunten

Robert Walser

1909'da yayımlanan Jakob von Gunten, birçok bakımdan öncü bir roman: Kafka, Musil, Döblin gibi yazarların, bireyin kurumlar ve toplum karşısındaki durumunu ele alan edebi yapıtlarına öncülük etmiş, esin kaynağı olmuştur. Benjamenta Erkek Enstitüsü’nün on yedi yaşındaki öğrencisi Gunten, yatılı okuldaki yaşamı, gözlemleri ve gizliden gizliye geliştirdiği fikirleriyle edebiyat tarihinin unutulmaz karakterlerindendir. Dünya edebiyatının büyük yazarı Robert Walser’in en iyi kitabı sayılan Jakob von Gunten, Gül Gürtunca’nın Almanca aslından çevirisiyle…   "Peri masallarının bittiği yerde Walser başlar." - Walter Benjamin "Jakob von Gunten,…


Doğa Araştırmaları

Seneca

Seneca, yaklaşık iki bin yıl önce kaleme aldığı Doğa Araştırmaları’nda doğayı sorgulamadan önce amacını ve sınırlarını şöyle açıklamıştı: Hem kendisiyle hem de başkalarıyla ilgili olayları öngörüp yönetebilen bir zihne sahip olduğunu düşünenler de vardır. İçinde bizim de bulunduğumuz bu evrenin gayesiz olduğunu, doğanın rastlantılarla ya da yaptığı şeyin bilincinde olmadan hareket ettiğini düşünüyorlar. Bütün bunları öğrenmeye ve nesnelere sınırlar atfetmeye ne değer biçiyorsunuz? Örneğin Tanrı ne kadar muktedirdir? İlkin kendi mi maddeyi yarattı, yoksa zaten var olan bir maddeyi mi…


Ahlak Mektupları

Seneca

Seneca, mektuplarına Lucilius’unu selamlayarak başlamıştı: Seneca Lucilio suo salutem! Fakat onun bu seslenişi sadece dostu Lucilius’ta değil, iki bin yıl boyunca birçok nesilde karşılık buldu. Öyle ki, Ahlak Mektupları, birçok büyük kitabın, hatta Avrupa düşüncesinin kaynakları arasında yer aldı: “Fransız Seneca” olarak da adlandırılan Montaigne’in en çok etkilendiği eser Ahlak Mektupları’ydı. Erasmus, Seneca’nın mektuplarını ve yazılarını gururla yayımladı. Shakespeare, Marlowe, Bacon gibi birçok edebiyat devi Ahlak Mektupları’ndan beslendi. Aforoz edildiğinde tüm kitaplığını geride bırakmak zorunda kalan Spinoza’nın yanına aldığı Ahlak…


Puşkin Tepeleri

Sergey Dovlatov

Boris Alihanov, henüz hiçbir kitabını yayımlatmayı başaramamış, beş parasız bir adam olarak soluğu Puşkin Tepeleri Millî Parkı'nda alır. En azından yaz boyunca biraz para kazanacak, alkol probleminden kurtulacak ve hayatını düzene sokacaktır. Kızıyla birlikte Amerika'ya yerleşme planları yapan eski karısından uzakta, Puşkin'i tanımak isteyen turistlere parkı gezdirecektir. Puşkin Tepeleri, "zorluklar ve güzellikler sunan hayata sanatkârane bir bakış"ın romanı. Saf gündelik yaşamı kurguya dönüştürme gücüyle Rusların büyük yazarları arasında yerini alan Dovlatov, mizahın hüzne bile ne denli yakıştığını da gösteriyor Puşkin…


Bavul

Sergey Dovlatov

“Gözlerim boş bavula takılmıştı. Dibinde Karl Marx, kapağında Brodski. İkisi arasında ise gözden düşmüş, değerini yitirmiş koskoca bir yaşam… Bavulu kapadım. İçinde naftalin topakları boğuk bir sesle yuvarlandılar. Çıkardıklarım karmakarışık bir yığın halinde mutfak masasının üzerinde duruyordu. Bu, otuz altı yıl boyunca biriktirebildiklerimdi. Ülkemde geçirdiğim otuz altı yıllık ömrümün bir bilançosu. “Gerçekten de hepsi bu mu?” diye düşündüm. Ardından da, “Evet, demek ki hepsi bu kadarmış…” diye yanıtladım kendimi. İşte o anda, hani nasıl derler, kendimi bir anda anılar girdabına…


Zona

Sergey Dovlatov

Okurlarıyla ilk kez 1982’de, tam metin olarak ise daha sonra eklenen bölümleriyle 1991’de buluşabilen Zona, Dovlatov’un en hacimli romanıdır ve sanatsal macerasını ancak yirmi yılda tamamlayabilmiştir. Kitaba adını veren “zona” kelimesi, Rusçada basit haliyle “bölge”, “alan” demektir. Ancak çalışma kampları söz konusu olduğunda ve kelime suçlu jargonunun görkemli dünyasına iltica ettiğinde anlam bir anda canlanır, kabuğunu yırtar ve genişler. “Zona” artık yalnızca bir cezaevi değildir, etrafındaki oluşumlarla kurulmuş organik bağlarıyla başlı başına bir fenomendir. Dovlatov’un kendi askerlik tecrübelerinden yola çıkarak…


Benim İki Dünyam

Sergio Chejfec

“Arjantinli büyük yazar Chejfec, şüphesiz ki daha çok bilinmeyi hak ediyor. Benim İki Dünyam, geleceğin romanına giden yolun taşlarını döşüyor.” – Enrique Vila-Matas Benim İki Dünyam’ın elli yaşındaki yazar anlatıcısı, bir edebiyat konferansına katılmak için Brezilya’ya gider; fakat yazar için önemli olan konferans değil, şehirde yaptığı yürüyüşlerdir. İsimsiz yazar, neresi olduğunu bilmediğimiz bir şehirde haritadan rastgele ”büyük, yeşil bir lekeye benzeyen park”ı seçer ve bu noktaya ulaşana dek amaçsızca ilerler. Zamanla, zihninin kendi içinde yaptığı bir gezintiye dönüşen bu yürüyüşlerin…


Anız Ateşleri

Şohei Ooka

Görünen o ki, bu düşünce ve duygu karmaşası, savaşmak için okyanusu aşıp buraya getirildiğim halde savaşmaya hiç niyetim olmadığı için bilincimle dış dünya arasındaki dengenin bozulmasının bir sonucuydu. Çünkü piyadeler doğaya sadece ihtiyaçları açısından bakmalıdır. Arazideki küçücük bir tümsek bile bir piyade için kendisini kurşunlardan koruyabileceği bir sığınağı ifade eder; güzel ve yeşil bir alan ise bir piyadenin gözüne sadece hızlıca geçmek zorunda olduğu, tehlikeli bir mesafe olarak görünür. Yapılan bir operasyonun ihtiyaçları doğrultusunda, oradan oraya sürüklenen bir piyadenin bakış…


Bayan Unguentine’nın Seyir Defteri

Stanley Crawford

“İsim Bayan Unguentine’dir. Bu isimle doğan ben değildim, oydu. Büyük kablonun okyanus tabanına döşendiği günlerde telefonda evlendik, hava bu denli kötüleşmeden çok önceydi; o zaman yapılacak şey, gerçekten yapılacak şey buydu. Bizi bir başrahip, birden çok aboneye hizmet veren ortak bir telefon hattında karı koca ilan etti; en azından telefon hattını, elektrotları ya da bu tür şeyleri kutsadı. Ve tüm isimlerimi, kızlık soyadımı, ön adımı, göbek adımı elimden alarak beni Bayan Unguentine yaptı.” Stanley Crawford’ın 1972’de yayımlanan ve çağdaş dünya…


O Koku

Sunullah İbrahim

"Muhalif bir görüşü ifade ettiği veya özgürlüğünü ya da millî kimliğini savunduğu gerekçesiyle silahsız bir kişiyi öldüresiye dövme, makatına hava pompası, cinsel organının deliğine elektrik kablosu sokma gibi fizyolojik davranışlardaki çirkinliği ifade etmek için biraz çirkinlik gerekmez mi? Sokakları bok götürüyorken, kanalizasyonun pis suları her yeri kaplamışken, herkes pis kokuları kokluyor ve bundan şikâyet ediyorken, niye biz yazdığımız zaman, sadece ve sadece çiçeklerin güzelliğinden ve ne harika koktuklarından söz etmek zorunda kalalım? Ya da seks konusunu bu yazarın bildiğinden çok…


Gölgeye Övgü

Tanizaki

Tüm dünyada olduğu gibi Japonya'ya da modernizm sadece yeni fikirleri ve tekniğiyle değil, zevkleriyle de gelir: Renkler hiç olmadığı kadar parıldar, mekânlar güçlü ışıklarla aydınlanır, eşyadaki yaşanmışlık izleri birer birer kaybolur. Yazdığı her metinde Doğu-Batı sorunsalını bir şekilde dert edinen Tanizaki, tüm bunları basit bir moda değişikliği olarak tanımlayıp geçmez: Dünyayı algılamanın ve yaşamanın bu yeni biçimiyle sert bir hesaplaşmaya girer. Tanizaki gibi bir dehanın bu hesaplaşmaya dair söyledikleri, sadece bir beğeni dönüşümünün değil, modernizm tecrübesi yaşamış her kültürün ortak…


Böcü

Tatyana Tolstaya

Şehrimiz, toprağımız burası, adı ise Fyodor-Kuzmiçsk. Ondan öncesindeyse İvan-Porfiriçsk imiş, ondan da önce Sergey-Sergeyiçsk imiş, ondan önce Güney Ambarları imiş, hepsinden önce de… Böcü'de, büyük bir nükleer patlama sonrası insana ve yaşama dair her şey dönüşüme uğramış ve aşınmış, tarihsel açıdan geriye –adlı adınca Orta Çağ'a– savrulmuş; ama bir şekilde aynı, daha doğrusu bilindik kalmıştır. Radyoaktif bozunmaya uğrayan bu dünyada yaşam, "Önceki Zaman"ın ufak tefek kalıntıları üzerinde edebiyata, özellikle de şiire tutunarak yeni baştan kurulur, bu yeniden kuruluş esnasında değişense…


Zihin ve Evren

Thomas Nagel

"Bilincin varlığı dünyayla ilgili hem en bildik hem de en şaşırtıcı şeylerden biridir. Onu beklenen bir şey olarak değerlendirmeyen hiçbir doğa düzeni açıklaması, eksiksiz bir çerçeve çizdiği iddiasında bile bulunamaz. Ve eğer fen bilimi, hayatın kaynağı hakkında ne söylerse söylesin, bizi bilinç konusunda aslında karanlıkta bırakıyorsa, dünya hakkında temel anlaşılabilirliği sağlayamamış olacaktır. Düzenin neden bu şekilde olduğunun akla uygun farklı bir resmi olmalıdır ve bu resim fiziksel dünyayı da içermelidir, çünkü problem zihinle sınırlandırılamaz." Zihin felsefesinin yaşayan en büyük isimlerinden…


Kalan

Tom McCarthy

"Ben hep sahici olmayan biri olmuştum. Kazadan önce bile Robert de Niro gibi sokakta yürüyor olsam, sigaramı onun gibi yaksam ve hatta ilk denemede yakmayı başarsam, yine de şöyle düşünürdüm: İşte ben, tıpkı bir film karakteri gibi bir yandan sokakta yürürken bir yandan da sigara içiyorum. Anlatabildim mi? İkinci el. Filmdeki insanlar bunu düşünmüyor. Onlar sadece işlerini yapıyorlar, gerçek olanı, hiçbir şey düşünmüyorlar. Kazadan sonra iyileşirken, hareket etmeyi ve yürümeyi öğrenirken, hareket edebilmek için anlamaya çalışırken… Bütün bunlar zaten daha…


Boşluktakiler

Tom McCarthy

"Tom McCarthy'nin yazdıkları arasında en sevdiğim kitaptır bu. Ziyan olmuş koca bir dünyadaki yalnızlığın romanıdır Boşluktakiler." - Simon Critchley "İkinci vagona atlayıp doğruca arkaya ilerliyor. Aslında en kötü yer burası, çünkü pasosu artık geçerli değil ve sivil kıyafetli kondüktörler geldikleri zaman tramvayın arkasından önüne doğru hareket ediyorlar. Ama Nick dümen suyunda yolculuğa bayılıyor. Pencerenin önündeki parmaklığa dayanarak rayların tramvayın altından, sanki bunları yerden sürüp toplayan bizzat tramvayın kendisiymiş gibi görünmesini ve tramvay ilerledikçe tepesindeki kutunun, ipleri büken bir örümcek edasıyla telleri…


Kolıma Öyküleri

Varlam Şalamov

20. yüzyıl Rus edebiyatının en güçlü yazarlarından Varlam Şalamov Kolıma Öyküleri’nde, kendi on yedi yıllık Gulag tecrübelerinden yola çıkar; fakat aktarımındaki nesnellik ve serinkanlı tavır sarsıcıdır. Açlığın, yokluğun, hastalıkların ve Sibirya’nın tüm yıkıcılığını, en ufak acındırmaya bile fırsat vermeksizin anlatır ve bu "soğukluğu" tüyler ürperticidir. Şalamov sefalet, ölüm ve nihayetsiz azaplarla dolu bir dünyada, insanın her ne olursa olsun hayatta kalma mücadelesini, olabilecek en duru ve en çarpıcı biçimde anlatmaktan hiç taviz vermez. Anlatımındaki kararlılık ve özgünlük, insana dair her…


Buzda Yürüyüş: (Münih - Paris / 23 Kasım - 14 Aralık 1974)

Werner Herzog

Sadece kült filmleriyle değil, yaşamı ve düşünceleriyle de sıra dışı bir isim olan Werner Herzog'dan benzersiz bir tecrübenin kitabı: Buzda Yürüyüş. 1974 yılının kasım ayında, geçen yüzyılın en önemli sinema eleştirmenlerinden yakın arkadaşı Lotte Eisner'in Paris'te hasta yatağında ölmek üzere olduğu haberini alınca şöyle der Herzog: Olamaz, dedim, şimdi ölemez, Alman sineması şu an onsuz yapamaz, bu önemli kadının ölmesine izin veremeyiz. Herzog, oraya yürüyerek giderse Eisner'in ölmeyeceğine, iyileşeceğine dair çılgınca bir inançla Münih'ten yola koyulur. Bir sırt çantası ile…


O Gün İçin Bir Şemsiye

Wilhelm Genazino

O Gün İçin Bir Şemsiye’nin kırk altı yaşındaki anlatıcısı, bir “ayakkabı denetçisi”dir. Satışa sunulacak yeni modelleri test etmek için Frankfurt sokaklarında henüz sadece kendisinin giyebildiği ayakkabılarla gezinir. Hayatta kendi yolunu bulamamıştır, ama yolda eski aşklarını, arkadaşlarını ve anılarını bulur. Bir “varış noktası” yoktur görünürde, ama her adımda insan ruhunun görünmez yerlerine biraz daha yaklaşır. Sadece sokaklarda değil, bilincin coğrafyasında da yürür ve sıradan görünen bir insanın ne denli sıradışı olabileceğini düşündürür. Varoluşsal sorgulamalar için alışılmadık ölçüde canlı üslubu ve keskin…


Aşk Aptallığı

Wilhelm Genazino

Kıyamet hakkında seminerler vererek hayatını zar zor kazanan elli iki yaşında bir adam ve onun birbirlerinden habersiz iki sevgilisi: Sandra ve Judith. Mükemmel bir Genazino romanı için gereken her şey işte bu kadar... Yıllar önce başarısız bir evlilik yapan kahramanımız bu iki kadından hangisi ile yaşamak istediğini daha sık düşünmeye başlar ve işler iyice sarpa sarmadan bir karar vermek zorundadır. Sandra ve Judith ikilemini neredeyse bir yazı tura atışıyla çözecek kadar çıkmaza giren isimsiz kahramanımız aynı zamanda yaşam, toplum, aşk,…


Elden Düşme Dünya

Wilhelm Genazino

Elden Düşme Dünya; “güncel” insanlık hallerinin bir Genazino kahramanının zihninde işlenmesiyle ortaya çıkan tuhaflıkların romanı. “Bu manzara alabildiğine hoşuma gittiği halde göğsümde bir sızı hissediyordum. Çünkü güzelliğin acayip tarafı, insanın onu sadece seyredebilmesidir. Bir tarafını alıp evine götüremez veya küçük bir parçasını özel bir yerde saklayamaz. İnsan güzelliğe ancak hep bakar durur, fazlasını elde edemez. Uzun uzun baktıktan sonra yoluna devam etmek zorundadır.” Elden Düşme Dünya’nın serbest mimar olarak çalışan isimsiz anlatıcısı, bir meslektaşının ölümü üzerine onun şirketinden gelen iş…


Bir Kadın, Bir Ev, Bir Roman

Wilhelm Genazino

Wilhelm Genazino Bir Kadın, Bir Ev, Bir Roman’da bu sefer alışılmışın aksine çok genç bir  anlatıcının izlenimlerine davet ediyor okurlarını. Weigand liseden atılmış, ailesini hayal kırıklığına uğratmış, yazar olma hayalleri kuran on sekiz yaşında bir gençtir. Gündüzleri bir toptan fidancılık şirketinde çırak, akşamları da yerel bir gazetede muhabir olarak çalışmaya başlar. Bu ikili yaşamın koşturmacası içinde oradan oraya savrulan Weigand, bira köpüğü kıvamında bir gençliğin ilk adımlarını, yaşından beklenmeyecek bir melankoli ve ironi duygusu eşliğinde atar. 2018’de yitirdiğimiz kült yazar Genazino’nun…


Hadi, Yarın Görüşürüz

William Maxwell

Lloyd Wilson'ın öldürülüşü birçok şeyle birlikte, zanlının oğlu ile komşu çiftlikte yaşayan, aynı yaşlardaki bir çocuk arasında doğmaya başlayan arkadaşlığın da son bulmasına neden olur. Aradan yıllar geçer, hatta yarım yüzyıl… Komşu çocuk, neredeyse yaşlı bir adam haline geldiğinde meşum olayı tekrar hatırlar. Fakat elinde bilgi kırıntılarından ve birkaç soluk anıdan başka bir şey olmadığını fark edince gerçekleri yeniden inşa eder. Boşlukları yavaş yavaş doldurur. Yaşanmış bir zamanı tekrar kurar zihninde. Hatta öyle bir kurar ki, sonunda "kurgu" sözcüğünün somutlaşmış…


Kırlangıçlar Gibi Geldiler

William Maxwell

“Annesinin melek çocuğu” küçük Bunny, abisi Robert, babaları James, teyze Irine ve etrafında bir pusula iğnesi gibi dönüp durdukları anne Elizabeth... Adını William Butler Yeats’in bir dizesinden alan Kırlangıçlar Gibi Geldiler, 1918 yılı ABD’sinde geçen bir aile öyküsü. I. Dünya Savaşı bitmiştir ve sonrasında patlak veren İspanyol gribi her yeri kasıp kavurmaktadır.  Illinois’da yaşayan iki çocuklu Morison ailesinin trajediler ve umutlarla dolu yaşamı bu kez yeni bir sınavdan geçecektir. Ailenin bu salgın ve kapanma günlerinde yaşadıklarını tüm gerçekliği ve derinliğiyle ele alan…


Ferdydurke

Witold Gombrowicz

Polonya’da 1937’de yayımlanan Ferdydurke ilk önce Naziler, sonrasındaysa Komünist rejim tarafından yıllarca yasaklı kaldı. Savaştan hemen önce Arjantin’e yerleşen Gombrowicz, on yıl sonra Arjantinli arkadaşlarının yardımı ve teşvikiyle kendi romanını İspanyolcaya çevirince Ferdydurke kendi dilindeki tutsaklığından kurtulmakla kalmadı, Avrupa’nın da “edebiyat olayı” haline geldi: Modern roman, yeni bir başyapıt kazanmıştı. Fakat Ferdydurke baş döndürücü kimyasıyla sadece hayranlık değil merak da uyandırdı. Okumayanları okumaya, okuyanları ise bir sihrin büyüsünü anlamaya çağıran bir meraktı bu. Ne olup bittiğini anlamak isteyen veya kitabı…


Günler Aylar Yıllar

Yan Lianke

Günler Aylar Yıllar, hayatın zorlukları karşısında hep diri kalabilen bir umudun romanı. Kuraklık, Balou Sıradağları’nda tüm yıkıcılığıyla baş göstermiştir. İnsanlar çareyi evlerini terk edip su ve yiyecek bulabilecekleri yerlere kaçmakta bulurken geride sadece ihtiyar ile kör köpeği kalır ve bu iki kader ortağı, birkaç damla su, bir avuç mısır tanesi, bir karış gölgelik peşinde dolanır durur. Günleri, geceleri en sert, en çetin koşullarla sınanır; zamanın ve mekânın izleri silinip iskeletleri daha da belirginleşirken önlerindeki yollar da gitgide çatallanır. Bu zorluklardan…


Yaşamak

Yu Hua

Aile servetini yiyip tükettiği gençlik günlerinde, uzun bir hayatın ona neler sunacağından habersizdir elbette Fugui. Yıllar sonra, yaşlı öküzüyle tarlasını sürerken tanıştığı bir yabancıya hayatından söz etmeye başladığında, şımarık bir gencin başına gelenlerden fazlasını sayıp dökecektir bu yüzden: Fugui, kendisiyle birlikte altı insanın hayatını, kaderin sürprizlerini, yaşamın acılarını ve sevinçlerini anlatır. Onun dilinden -daha doğru bir ifadeyle Yu Hua'nın kaleminden- dökülenler, insanlık durumlarına dair epik bir romana dönüşür böylece. Basit bir anlatım, güçlü bir anlatı doğurur: Sabanın toprakta bıraktığı izlere…


Kanını Satan Adam

Yu Hua

Zor bir hayata doğmuştur Xu Sanguan: Babası çocukken ölür, annesiyse başka bir adamla evlenip onu terk eder. Dedesi ve amcasının sahip çıkıp büyüttüğü Xu Sanguan artık şehirdeki ipek fabrikasında çalışan genç bir işçidir. Amcasını ziyaret ettiği bir gün, kan satmaya giden iki arkadaşının yardımıyla o da kanını satar. Eline geçen parayı sadece ailesi uğruna harcaması gerektiğine inandığı için evlenmeye karar verir. Xu Yulan’la evlenir ve üç oğlu olur. Büyük oğlu Yile hakkındaki bir gerçeğin ortaya çıkmasıyla sarsılır. Kültür Devrimi, kıtlık…


On Sözcükte Çin

Yu Hua

Kültür Devrimi’nden bugüne kadarki kırk yıllık sürede “Halk” sözcüğünün içi boşaltılmıştır Çin gerçekliğinde. Şimdi, Çin’de popüler olan ekonomik terminolojiye göre “Halk” sadece bir paravan şirkettir ve Çin farklı dönemlerde farklı içeriklerle onu kullanarak pazara girer. Yaşamak ve Kanını Satan Adam gibi romanlarıyla tanınan ve modern Çin edebiyatının en büyük yazarlarından biri olan Yu Hua, bu sefer bir kurmaca yazarı olarak değil, ülkesinin ve toplumunun yakın tarihine ve bugününe dair sözü olan bir aydın kimliğiyle karşımızda. Yu Hua, On Sözcükte Çin’de…


Odysseia'nın Kayıp Bölümleri

Zachary Mason

Odysseus’un Troya Savaşı sonrasındaki maceraları şöyle de özetlenebilir: “Bütün dönüşler İthake’yedir.” Zachary Mason, Odysseia’nın Kayıp Bölümleri’nde Odysseus’un, deyim yerindeyse “bütün dönüşleri”ni, kırk dört bölümde yeni güzergâhlar çizerek, başka başlangıçlar ve farklı sonlar yaratarak anlatıyor. Calvino’nun Görünmez Kentler’de Marco Polo’nun anlattıklarını yeniden kurgulayarak bambaşka şehirler inşa etmesi gibi, Zachary Mason da canlı bir hayal gücü ve ona yakışan destansı bir dille Homeros’un destanını yeniden düşlüyor: İthake’ye giden yolda hayaller, kahramanlıklar ve hüzünlerle örülmüş yeni maceralar ve bambaşka hikâyeler sunuyor. Mitoloji sevenleri…


Bu Bir Günlük Değildir

Zygmunt Bauman

Perdeyi yırtmak, hayatı anlamak... Bunun anlamı ne? Biz, insanlar, iyinin ve kötünün, güzelin ve çirkinin, gerçeğin ve yalanın birbirlerinden kesin bir şekilde ayrıldığı ve asla bir diğerine karışmadığı, böylece şeylerin nasıl olduğundan, nereye gidebileceğimizden ve nasıl ilerleyebileceğimizden emin olduğumuz sıradan, temiz ve saydam bir dünyayı tercih ediyoruz; çaba gerektiren bir anlayış olmadan hükümlere ulaşmayı ve kararlar almayı hayal ediyoruz. İşte bizim bu hayalimizden ideolojiler doğdu. Görüşümüzü kapatan o kalın perdeler... Bizim bu etkisizleştirici eğilimimize Étienne de la Boétie ‘gönüllü kölelik’…